
81 İl 1 Hikaye
Makbule BİRİNCİ
81 İL 1 HİKAYE
Öykü yollarda
Şubat Ayı
AFYONKARAHİSAR
Öykü Afyonkarahisar’da
Uşak’tan Afyonkarahisar’a yaklaşıyorduk. Burada bizi Özlem öğretmen ve öğrencileri karşılayacaktı. Hemen arabadan inerek yanlarına gittik. Kız öğrenciler Afyon’a özgü Bindallı kıyafetlerle maniler eşliğinde bizi karşıladılar.
Burada Çiğiltepe Şehitliği ve Büyük Taarruz Şehitliği gezilecekti. Özlem öğretmen hikayesini anlattı. Bu hikaye beni ve ailemi gerçekten çok etkilemişti. Biraz ilerde ise Büyük Taarruz Şehitliğini gezdik. Afyon’un Kurtuluş Savaşı’nda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu buradan anladık.
İkinci durağımız Afyon’un İhsaniye ilçesindeki Frig Vadisi’nde bulunan Peri Bacalarıydı. Ben peri bacalarının sadece Nevşehir’de olduğunu zannediyordum. Gerçekten çok şaşırdım. Afyonkarahisar’da 5 tane kaplıca varmış. Bu yüzden Afyonkarahisar “Geleceğin Termal Başkenti” olarak nitelendirilmiş. Bizim şimdiki durağımız ise Gazlıgöl kaplıcalarıydı. Bu kaplıca hem banyo olarak hem de içme suyu olarak kullanılıyor. Romatizmal hastalıklara ve böbrek hastalıklarına çok iyi geliyor. Ayrıca Kızılay Maden suyu kaynağı ve fabrikasının burada olduğunu öğrendim. Gazlıgöl kaplıcasına gelmiştik. Velilerin yaptığı katmer, ağzı açık ve bükmeleri gördük. Karnımız da aç olduğu için yemeğe başladık. Gerçekten çok güzeldi. Karnımız doyunca sırada havuz keyfi vardı. Havuz keyfi sonrası Kızılay maden sularımızı içtik.
Sonra sucuk imalathanesini gezdik. Sucuktan biraz da hediyelik aldık. Daha sonra lokum imalathanesine geldik. Çeşit çeşit lokumlar vardı. Hepsinin tadına baktık. En farklı ve tadı hoşuma giden Afyonkarahisar’a ait kaymaklı lokum oldu. Hediyelik lokumlarımızı alıp yola çıktık.
Şehir merkezine geldik. Merkezde bulunan Utku Anıtı Afyonkarahisar’ın simgesiydi. Burada fotoğraf çekildikten sonra Zafer Müzesine gittik. Bu müze Başkomutanlık Meydan Muharebesinin planlandığı ve taarruz emrinin verildiği yer olması bakımından büyük önem taşıyordu.
Oradan yürüyerek Afyon Lisesi’ne gittik. 8. Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL, 9. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER, ve Özlem öğretmenimizin babası Afyonkarahisar’da 2 dönem Belediye Başkanlığı yapmış olan Erdal AKAR Afyon Lisesi’nden mezun olmuş önemli şahsiyetlerdi.
Tekrar otobüsümüze bindik. Bu sefer Afyon Kalesine gidiyorduk. Otobüste Kıraç’ın “Karahisar Kalesi” şarkısı çalıyordu.
Oradan Kocatepe’ye gittik. Kocatepe Anadolu’nun ve Türk ulusunun kurtuluşunu sağlayan, Büyük Taarruzun Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatıldığı yer olması bakımından önem teşkil ediyordu.
Ayrılık vakti yaklaşıyordu. Arkadaşlarımdan ayrılacağım için üzülüyordum. Afyonkarahisar’ı çok beğenmiştim. Tekrar gelmeyi çok isterim. Özlem öğretmen ve öğrencilerine çok teşekkür ettik. Ayrılırken bize patatesli Afyon ekmeği ve sürtülmüş haşhaş hediye etmeyi unutmadılar. Özlem öğretmene, arkadaşlarıma, Cumhuriyetin kazanıldığı topraklara, termalin başkentine veda ederek arabamıza binip yeni maceralar için yola çıktık.
KÜTAHYA
ÖYKÜ KÜTAHYA’DA
Afyon gezimizin ardından Kütahya ‘ya başlamıştı bile yolculuğumuz. Kütahya Afyon arası sadece 1 saat 10 dakika sürdü. Şule öğretmenim ve öğrencileri Elif, Fatih, Zeynep, Kübra, Yasin arabamız terminale yaklaştıkça gülen yüzleriyle el sallıyorlardı. Terminale iner inmez arkadaşlarımla kucaklaştım. Otogardaki çiniler o kadar gözümü aldı ki onları beğendiğimi söylemeden edemedim. Tanışma faslından sonra Şule öğretmenimiz bizi okuluna götürdü. Orada yöresel kıyafetleriyle bizi bekleyen öğrenciler ve aileleri vardı Okul terminale çok yakındı. İnköy ilkokulu eskiden köy okulu iken şehrin mahallesi olmuş fakat İnköy olarak devam etmiş ismi. Orada Müdürümüz Yüksel Ahmet bey karşıladı bizi. Bana kocaman bir çini tabak hediye etti bende çok mutlu oldum. Kütahya, doğal güzellikleri kadar tarihe ışık tutan yapılarıyla da görülmeye değer bir şehirdir. Her köşesinde farklı bir detay gözünüze çarpacak Kütahya gezinizde diyen müdürümüzün yanından ayrıldık. Daha fazla vakit harcamadan Kütahya gezisi öncesi meşhur yarenimizi de yiyip yollara koyulduk. Bu sırada öğretmenimiz bize bir kaç bilgi verdi: Kütahya, M.Ö. 3000 yıllarında kurulmuş medeniyetlerin ve kültürlerin harman olduğu yerdir. Kütahya’nın antik çağda ilk ev sahipleri Friglerdir. Kütahya daha sonra Roma, Bizans, Germiyanoğulları , Osmanlı egemenliğine girmiştir. Kütahya’da egemen olan bütün uygarlıklara ilişkin çok sayıda eser bulunmaktadır. Özellikle Frig Vadisi adı verilen ilin doğusundaki Türkmen Dağı eteklerindeki alan, bu eserler açısından çok zengindir. Roma döneminde piskoposluk merkezi olan Kütahya’da bu döneme ait en önemli eser AIZANOI Antik Kenti’dir. Aizanoi, Anadolu ’nun en zengin antik kentlerinden birisidir. Dünyanın İlk Borsası Aizonai’de kurulmuştur. Anadolu’da Türk Hakimiyeti başladığın da Kütahya ve çevresi Germiyanoğulları Beyliğine verilmiştir. Kütahya iki kez Germiyanoğulları Beyliğine başkentlik yapmış ve bu dönemde yapılan pek çok eser günümüze kadar ulaşmıştır. Kütahya ve çevresi Osmanlı Devletine Devlet Hatun’un çeyizi olarak verilmiş ve bu nedenle şehzadeler Şehri olarak anılmıştır. Kütahya Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Anadolu Beylerbeyliği’ne merkezlik etmiştir. Osmanlı dönemi eserleri korunmuş haldedir.
İlk olarak Kütahya Valiliği önünde yer alan çinili vazoyu geziyoruz. Bu vazonun Kütahya’nın simgesi olduğunu öğrendim. Kübra gülerek Kütahya’da kaybolma derdi yoktur, bütün yollar vazoya çıkar dedi.:)
Öğretmenimiz biraz yürümeye ne dersiniz çocuklar dedi ? Buralar eski Kütahya tarih kokuyor. Kale yolu üzerinde bulunan Arkeoloji müzesi, çini müzesi, maden müzesi ve Yıldırım Beyazıd Han Ulu Camii’ni de böylelikle gezmiş oluruz dedi. Zirvede “Döner Gazino” var. İçecek ve yiyeceklerin bulunduğu döner gazino ve aile çay bahçesinde yorgunluğumuzu attık Kütahya’yı kuş bakışı seyre daldık. Burada yarım saat kadar dinlendik tekrar inişe geçtik. Dönüşü kalenin arka tarafından yaptık. Çünkü Kütahya Konağı ve Macar evi bu güzergâhta kalıyormuş. Buralarda ki tarihi kokuyu içimize çektikten sonra Dönenler Mevlevihane’sine geldik. Caminin içerisinde bir kuyu olduğunu ve bu kuyudan hala su çıktığını öğrendik. Sularımızı şifa niyetine içtik. Babam ve annem bolca dua ettiler. Ardından Germiyan sokağına doğru yol aldık. Germiyan Konağı, Osmanlı dönemlerinde şehzadelerin eğitim yeri olarak kullanılmıştır. Şimdilerde ise Osmanlı ve Kütahya mutfaklarından seçkin yemekleri yiyebileceğiniz bir yer olarak hizmet vermektedir. Bu sokak ta yer alan kent müzesine girdik burada bize şehrin tarihini anlatan bir abla vardı o kadar güzel anlattı ki o yıllara götürdü bizi. Burada Kütahya belediyesinin geçmişimizi bizlere kazandırmak için dolu dolu bir müze hazırlamış olduğunu gördük
Kent müzesi gezintimiz sonrası Rüstem Paşa Medresesi ve El Sanatları Çarşısına gidiyoruz. Rüstem Paşa Medresesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Veziri Azam-ı Rüstem Paşa tarafından 1550 senesinde yaptırılmıştır dedi öğretmenimiz.
Ve merakla beklediğimiz Çinili Cami ve Evliya Çelebi Müzesi gezmek için tekrar yola koyulduk.Çinili cami Kütahya’nın en güzel yerinde yer alıyor Bu caminin, bu yapısı ile dünyada ve Türkiye’de benzerinin bulunmadığı söyleniyor. Caminin çinilerinin yapımında: meşhur Kütahyalı ressam Ahmet Yakupoğlu görev yapmıştır dedi öğretmenimiz .Evliya Çelebi müzesi ise tarihi dokusuyla bizi o günlere götürmeye yetti.
Kütahya’nın meşhur yemeklerinden bahsetti öğretmenimiz. Kütahya’nın yemekleri genellikle buğday, hamur ve süt ürünlerinden oluşuyor çocuklar. Et pek fazla kullanılmaz. Birkaç yemek adı vermek gerekirse cimcik, kaçamak, haşhaşlı gözleme, haşlama mantı, kulak aşı, mercimekli tosunum böreği, Kütahya höşmerimi, patatesli dolamber böreği, Gökçimen hamursuzu, tahinli çörektir. Çorba olarak ta sıkıcık, miyane, ovmaç, kızılcık tarhanası(ekşi tarhana), tutmaç ve tarhana en çok bilinenler arasında diyerek ağzımızı sulandırdı. Germiyan konağında yöresel yemeklerimiz tatma fırsatı bulduk.
Ve birazda tarih dedi öğretmenimiz.
Kütahya Zafertepe Anıtı, Altıntaş ilçesine bağlı olan Çalköy’de bulunuyor. Anıt, ulaşım açısından çok rahat bir noktada imişMerakla görmek istedik.
1922 yılında gerçekleşen Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde Atatürk’ün “’Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.”’ Sözünü söylediği yer olmasından dolayı turistler tarafından ziyaret edilmektedir. Aynı zamanda bölgeye okul gezileri de yapılmaktadır. 1972 yılında tamamlanan bu sembol, gezimizin bir parçası oldu.
Tarihte çok önemli bir olay olan Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde ülkesi için savaşan ve şehit olan Türk askerlerinin anısına yapılan Dumlupınar Şehitliği Kütahya il sınırları içerisindedir.
Dumlupınar ilçesinde bulunan şehitlik 1992 yılında Kültür Bakanlığı tarafından hayata geçirilmiştir.
Ardından Domaniç’e geçiyoruz. Burada Mızık Çamını gördük. Bu çam Osmanlı devletin Kurucusu Sayılan Osman Gazinin Beşiği olarak kullandığı ağaçtır dedi öğretmenimiz. Arkadaşımız Elif Haymanadan bahsetti ..sırada orası var.
Hayme Ana Osmanlı devletin kurucusu sayılan Osman Gazi’nin ninesi Ertuğrul Gazinin ise annesidir. Osmanlı devleti daha kurulmadan önce söğüt ve Domaniç çevresinde yaşıyorlardı. Burada yaylada kalan Ertuğrul Gazi ve ailesi bu yaylada Annesini kaybetti ve burada gömdü. Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit Devlet Ana dediği Hayme Ana için burada bir türbe yaptırır. O günden bugüne her zaman ziyaretçi akınına uğruyormuş.Ardından sarıkız mesire yerinde alabalık ziyafetinden sonra yolumuz tavşanlı kaplıcalarına düştü.
Son olarak öğretmenimiz Kütahya’yı bir güne sığdıramayacaklarını söyledi. İlçeleri hakkında ufak çaplı bilgiler verdi. Bende bunları hemen not aldım. Bir daha Kütahya’ya yolum düşerse nerede ne yapacağımı çok iyi bileceğimGediz muratdağı hem termal hemde kayak turızmının yapıldığı yerdir.ılıca kaplıcasıda yer alırJgövecini ve tarhanasını yemeden gitmeyin sakın.Simav jeotermalin ve seracılığın başkenti JŞaphane ise kiraz ve vişne üretimiyle katkı sağlıyor ülkemize..Şaphane ye giderseniz kocaseyfüllah camini görmeden dönmeyin.sırık kebabını mutlaka yiyin.Emette termal cennetiyle ünlüdür. Tavşanlı leblebisiyle ünlü bir ilçe kaplıcaları da süper Şule öğretmenime sordum hemen hemen her ilçede kaplıca var .bunun sebebi nedir?. Öğretmenimiz Kütahya’nın deprem bölgesinde yer aldığını bu yüzden yeryüzüne yakın sıcak su kaynaklarının çok olduğunu belirtti.ve küçük ilçeleri olduğunu söyledi bunlar:Aslanapa,Altıntaş,Pazarlar,Hisarcık’dır dedi.
Ve Şule öğretmenimiz bizi evinde misafir edeceğini söyledi.Arkadaşlarımla vedalaşmak zor oldu ..fakat anlaştık,telefon numaralarımızı aldık ve sürekli haberleşeceğimize söz verdik.Şule öğretmenimin küçük kızı Ezgiyle vakit geçirdikden sonra sabah erkenden yola düşeceğimiz için yatmalıydıkİYİ geceler dünya..yarın yeni güzelliklere uyanmak umuduyla
ESKİŞEHİR
ÖYKÜ KÜLTÜR VE SANAT ŞEHRİ ESKİŞEHİR’DE
Bugün sabah erkenden uyandım. Yeni bir şehir tanıma heyecanı ile içim içime sığmıyordu. Penceremi açtım. Çok güzel bir yaz günüydü. Hemen koşar adımlarla annemi ve babamı uyandırdım. Daha sonra kahvaltımızı yapıp yola koyulduk.
İç Anadolu’nun en gözde, ismi eski ama kendisi her geçen gün yenilenen kültür ve sanat şehri Eskişehir’e doğru yol alıyorduk. Kaan öğretmen ve öğrencileri ile buluşup, Eskişehir’i gezmek için can atıyordum. Ben yapacaklarımızı hayal ederken Eskişehir’e giriş yapmıştık. Şehrin ilk girişinde benim gibi her öğrencinin okumak isteyeceği Anadolu Üniversitesi tüm ihtişamıyla adeta hoş geldin der gibi bizi karşılıyordu.
Köprübaşı denilen yer ilk buluşma yerimizdi. Tramvayların turuncu beyaz renkleri şehre renk katıyordu. Kaan öğretmen ve öğrencileri ile buluşmuştuk. Kaan öğretmenin masmavi gözleri Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırlatıyordu. Kendimi o anda tamamen güvende hissettirdi bana. Öğrencileri ile tanışıp, hemen gezmeye başladık. İlk önce Porsuk Çayı’nda gondolla gezecektik. Şehrin içinde gondolla gezmek İtalya’nın Venedik şehrin de gezmek gibiydi.
Odunpazarı ilçesinde gezmeye başladık. Buraya geldiğimizde Kaan öğretmen bize şöyle bir hikaye anlattı: “Burası Odunpazarı’nın merkezi. Karaca Mustafa Paşa Odunpazarı’nın merkezinin neresi olması gerektiğini araştırırken ilginç bir yöntem denemiş. Üç tane ciğeri üç farklı yere asmış. Bu üç yerden birisi de Kurşunlu Külliyesi imiş. Sonra da beklemeye başlamış. Üç ciğerden bozulmayan en dayanıklı olanı Kurşunlu Külliyesinin bulunduğu yerdeki olunca oranın Odunpazarı’nın merkezi olmasına karar vermiş” Bu hikâye çok ilgimizi çekmişti. Burası Pembe, sarı, turuncu, mavi taptaze bahar çiçeklerinin misali Odunpazarı tarihi evleri size hem eşsiz bir tarihi hem de enfes bir huzuru sunuyordu. Ardından Kurşunlu Camii ve Külliyesi’ni gezdik içi de dışı da mükemmel bir işçiliğe sahipti. Bahçesindeki güller renk renkti. Hemen arka tarafında Lületaşı Müzesini girip gezdik. Lüle taşından yapılmış öyle güzel şeyler vardı ki takılar, pipolar ve özellikle satranç takımları çok güzeldi. Odunpazarı evlerinin arasından süzülüp aşağı doğru indik. Yılmaz Büyükerşen Balmumu Heykeller Müzesi’ni gezmeye başladık. Burada tam 160 balmumu heykeli varmış. Benim için en önemlisi Atatürk’ün heykeliydi ve çok gerçekçiydi. Aynı bölgede bulunan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi’ne girdik. Camdan yapılmış akla gelebilecek çeşitli şeyler vardı hatta bir kıyma makinesi bile vardı. Atlıhan El Sanatları Çarşısı’nda dolaştık. Burada ki el emekleri Eskişehir’in kültür ve sanat şehri oluşunun en güzel göstergesiydi. Kaan öğretmenin öğrencilerinden Yusuf’un bana camdan yapılmış bir kolyeyi hediye etmesi beni çok duygulandırdı. Kısa bir süredir onlarla arkadaş olmama rağmen hepsi çok candan insanlardı sanki yıllardır Kaan Öğretmen ve öğrencileri ile beraberdim. Eskişehir’in yöresel tatlarını satan küçük şirin dükkanlara girip meşhur met helvasından aldık. Oradan Eti Arkeoloji Müzesi’ne gidip orayı gezdik. Şelale Park denilen tüm Eskişehir’i ayakları altına alan muhteşem bir parka gittik. Park ismini içinde bulunan 1400 metrekarelik yapay şelaleden alıyormuş. Urdaki güzellikler şelale ile sınırlı kalmıyordu. Yel Değirmeni, Don Kişot ve Sanço Panço Heykelleri, çocukların oyun oynaması için alanlar, mini amfi tiyatro, seyir terası, kafe ve restoran yani kısaca geldiğinizde sıkılmayacağınız güzel bir parktı. Şehri ayaklar altına alan bu parkın kafesinde hem şehri izledik hem de bir şeyler içtik. Oradan yine Odunpazarı’nda yer alan Eskişehir’in popüler parklarından biri olan Kent Park’a gittik. Porsuk Çayı’nın kenarında yer alan Kent Park’ın en önemli özelliği Türkiye’nin ilk Yapay Plajı’na sahip olması. Parkın içinde çocuklar için oynama alanlarının yanı sıra çeşitli heykeller de dikkatimi çekti. Bu şehirde sanatsal çalışmanın her türlüsüne rastlamak mümkünmüş.
Tepebaşı İlçesi’ne doğru marşlar söyleyerek yol aldık. Tülomsaş fabrikasının bahçesinde sergilenen Türkiye’nin ilk ve tek yerli otomobili olan Devrim otomobilini gördük. Tren garına doğru yol aldık. TCDD müzesini gezdik. Sazova Parkı’nda bulunan Masal Şatosu sayesinde kendimizi bir masalın içinde hissettik sanki. Orası her çocuğun gitmek isteyeceği bir yerdi. Bilim Deney Merkezi’ne girip hepimiz birer bilim insanı oluverdik. Sabancı Uzay Evi’nin dış görünüşü dünyamızın şeklindeydi. İçinde olmak da çok heyecan vericiydi. Uzay ile ilgili bir gösteri izleyip, Eti Sualtı Dünyası’na girdik. Sanki koca bir denizi küçük bir akvaryuma sığdırmışlardı. Etrafımızda çeşit çeşit balıklar vardı. Oradan Hayvanat Bahçesi’ne girdik. Çok büyük olmasa da sevimliydi. Hayvanat Bahçesi’nin hemen yanından bambaşka bir dünyaya geçtik sanki öylesine huzurlu bir yerdi ki burada saatlerce kalabilirdim. Burası Japon Bahçesi’ydi. İçerisinde oldukça
farklı peyzaj düzenlemeleri ile güzel bir göz ziyafeti çektik. Burada gezilecek o kadar çok yer vardı ki zaman dursun, gezmediğim görmediğim yer kalmasın istiyordum. Vakit kaybetmeden Türk Dünyası Bilim, Kültür Sanat Merkezine geldik. Burada dünyaca ün yapmış bazı önemli isimlerin odaları ve o odaların içerisinde o şahıslara ait materyaller vardı. Oradan hemen Esminyatürk’e geçtik. Dünyaca ünlü eserlerin mini halleri ile karşı karşıyaydık. Hepsi harikaydı. Öletin etrafında dolaştık. Parkın içindeki gezi trenine binmeyi de ihmal etmedik. Kaan öğretmenin öğrencilerinin ısrarı üzerine yakında bulunan yeni yapılmış olan Eskişehir Atatürk Stadyumunu da bir çırpıda gezdik. İyice acıkmıştık. Sıra Eskişehir’in yöresel yemeklerini yemeye gelmişti.
İki Eylül caddesinden geçerek buranın meşhur Çiböreğini yemeye gelmiştik. Eskişehir’in halkını daha çok tatarlar oluşturuyordu. Çibörek’te tatarlara ait Eskişehir’in en meşhur lezzeti olarak geçiyordu. Kaan öğretmen bize çiböreğin adının Kıpçak lehçesinde lezzetli anlamına gelen “çi” sözcüğünden geldiğini söyledi. Bu şehre ait diğer lezzetleri tatmayı gezinin sonundaki akşam yemeğine bıraktık.
“Yaratılanı severim, yaratandan ötürü. ” sözünün sahibi değerli şairlerimizden olan Yunus Emre adına yapılmış Yunus Emre Müzesi’ne geldiğimizde içim tarifi olmayan bir duygu kaplamıştı. Burada Yunan işgalinden zarar gören Yunus Emre’nin mezarından kalan bazı parçalar da sergileniyor. Şaire ait bazı dörtlüklerin olduğu levhalarda bulunuyor.
Diğer önemli bir şahsiyet olan fıkraları ile hem insanları güldüren hem de insanlara nasihatler veren Nasreddin Hoca’nın doğduğu Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyüne gidip, Nasreddin Hoca’nın evini gezdik. Her yıl 3-10 Haziran tarihlerinde Nasreddin Hoca şenlikleri yapıyorlarmış. Belli mi olur? Belki bir şenlik zamanı bende gelebilirdim
Oldukça yorulmuştuk. Aslında bu tatlı bir yorgunluktu. Çok da acıkmıştık. Akşam olmuştu ve hepimiz çok acıkmıştık. Hep beraber güzel bir akşam yemeği yemek üzere güzel sevimli bir mekâna gelmiştik. Muhteşem yöresel lezzetler bizi bekliyordu. Göçeli Tarhana çorbası, Balaban köftesi, Haşhaşlı gözlemeler, çibörekler, Yufkalı büryan, ev baklavası ve tatbiki met helvası hepsi de birbirinden lezzetliydi. Eskişehir’in içme suyu bile meşhur. Kalabak Suyu gerçekten çok lezzetli bir su. İnsanın içtikçe içesi geliyor.
Karşımızda kocaman bir projeksiyon perdesi vardı Kaan öğretmenimle göz göze gelince masmavi gözlerinde bugün bahsettiği sürprizin ışıltılarını görüyordum. Ben de heyecanlandım birden ve Kaan öğretmenim projeksiyonu çalıştırdı ve gidemediğim her yer şimdi detaylı bir şekilde karşımdaydı. Güzel bir ilin eşsiz güzelliklerini yaşayarak mükemmel bir günün sonuna daha gelmiştik. Kaan öğretmenim ve öğrencilerine sarılarak zor da olsa vedalaşmıştık. Bana böyle güzel bir gün yaşattıkları için ömrüm boyunca onlara minnettar olacaktım. Eskişehir ‘i asla unutmayacaktım. Güzel anıları hafızama kaydedip, Bilecik’e doğru yeni bilgiler öğrenmek için yola çıkmıştık
BİLECİK
Öykü Bilecik’te
Bilecik’e doğru yol alırken her zamanki gibi çok heyecanlıydım. Toprağının seramik, taşının mermer, yaprağının ipek, kuruluş ve kurtuluş şehri olan Bilecik’i görmek için sabırsızlanıyordum. Osmanlı Devleti’nin kurulduğu, çınar ağacının köklendiği ile gidiyorduk.
Kadriye öğretmen bizi öğrencileri ile okulun bahçesinde bekliyorlardı. Az yolumuz kalmıştı. Onlar da en az bizim kadar heyecanlı oldukları belliydi ki telefonla arayıp nerelerde olduğumuzu sordular. Bilecik’e girdiğimizde sol tarafta bulunan “Osmanlı Arması Anıtı” dikkatimi çekti. Altındaki Şeyh Edebali’nin; “İnsanı Yaşat Ki Devlet Yaşasın” sözü beni çok etkilemişti. Hemen babama bu cümlede ne demek istemiş olabilir diye sorduğumda;”İnsana değer veren rahat ettiren devletler geleceklerini düşünerek daha fazla ayakta kalabilirler. Böyle olduğu içindir ki Osmanlı Devleti 600 yıl ayakta durabildi.” dedi. Buluşma noktamıza ulaştığımızda koşar adımlarla bir grup bize doğru geliyordu. Kadriye öğretmen ve okul müdürü Mustafa Candan bizi öğrencileri ile tanıştırdılar. Herkesin gözünden ışık saçıyordu. Hepimiz çok mutluyduk. Sanki birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz gibiydik.
Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı amcamız bize tahsis ettiği otobüs ile birlikte okul bahçesine gelerek bizi Bozüyük ilçesine uğurladı. Bozüyük’te ilk olarak Seyir Terası’nda kahvaltımızı yaptık. Kahvaltımızı aynı masada yaptığımız; Mehmet Kayra, Defne, Deniz Can, Sevgi, Zeynep, Aziz Kaan, Hanne Erva arkadaşlarımın da dediği gibi manzara çok güzeldi. Kahvaltıdan sonra İntikam Tepesi ve İnönü Şehitliği’ni ziyaret ettik. Sonrasında Metristepe Şehitliği’ne doğru giderken Kadriye öğretmen; Metristepe’nin
bu civara hakim bir tepe olduğu, her yerin bu tepeden göründüğünü söyledi. Vardığımızda da gerçekten adı gibi dağın tepesiydi, buradan her yer görünüyordu. Buradaki aziz şehitlerimizi yaad ettik. Sonrasında Söğüt ilçesine doğru yola çıktık. Söğüt’e geldiğimizde Kuyulu Mescit’ten başlayarak Hamidiye Külliyesi, Etnografya Müzesi’ne uğradık. Daha sonra Ertuğrulgazi Türbesi’ni ziyaret ettik. Ertuğrulgazi Türbesi’nde saygı nöbeti tutan Alplerle fotoğraf çekinirken; Ecrin, Eylül Afra, Gülsu, Hediye, Melis Işıl, Rahime Kübra, Furkan, Mehmet Ömer, Utku, Yiğit Şener, Zafer, Yiğit Topal’ın kayı kıyafetlerini giyerek kılıç kalkanları ile gösteri yapıp ardından temsili saygı nöbet değişimini yaptılar. Sanki yıllar öncesinde Osmanlı Devleti’nde yaşıyormuş gibiydik. Söğüt’ten ayrılırken sağ tarafta şahlanmış bir tepenin üzerinde ne olduğunu merak ettim. Kadriye öğretmene sorduğumda Dursun Fakıh Türbesi olduğunu söyledi. Oraya gittiğimizde etrafa bakmak heyecan vericiydi. Ayrıca gece olunca Şeyh Edebali Türbesi, Dursun Fakıh Türbesi ve Ertuğrulgazi Türbesi birbirinin ışıklarını gördüğünü öğrendik..
Sıradaki durağımız Bilecik’in etrafına göre sıcak olan ilçesi Osmaneli oldu. Ayva Lokumu, Karpuz Festivali, İçmeleri ve Tarihi Evleri ile meşhurmuş. Yöresel tatlarını tadıp tarihi evlerini fotoğraf makinelerimizle ölümsüzleştirdikten sonra Pazaryeri ilçesine doğru yola çıktık.
“Zamanın Unutulduğu Yer Pazarcık” tabelasını gördüğümüzde Kadriye öğretmen Pazaryeri ilçesine geldiğimizi söyledi. Daha sonra bu ilçenin; Göletler Diyarı, şerbetçiotu, boza, helva, çilek ve boncuk fasulyesiyle ünlü olduğunu söyledi. Buraya gelip de boza içmeden ve helva yemeden dönülmezmiş. Elektrik direkleri gibi yüksek direkleri gördüğümde buradaki sırık fasulyeler ne kadar da yükseğe çıkıyorlar diye düşündüm. Meğer onlar fasulye direği değil şerbetçiotunun direkleriymiş. Şerbetçiotu Türkiye’de sadece Pazaryeri ilçesinde istenilen verimde üretilirmiş, Başka yerlerde üretilse de aynı verim yakalanamıyormuş. Çömlekçiliği ile ünlü Kınık köyündeki teyzelerimiz; pişirdikleri nohutlu mantıyla birlikte çömlekte yoğurt ikram ederek Türklerin misafirperverlik geleneğini hala sürdürdüklerini bize gösterdiler. Karpostallık manzaralarıyla ünlü Bozcaarmut Göleti’ne uğradımızda güneşin batışının gölete yansıması eşsiz bir güzellik veriyordu. Kendimi Karadenizin eşsiz yeşillikleri arasındaki huzur dolu yerlerde hissettim. Yine şahane bir manzarası olan Küçük Elmalı Tabiat Parkı’nı ziyaret ederek buradaki gezimizi sona erdirdiğimizi sandığım anda bir ses duyuldu. Irmak , Betül, Mustafa Yavuz, Yara Falah, Zümra, Eslem, Ahmet Turan, Efşannur, Ezatullah’ın hazırladığı mehter takımını can alıcı gözlerle izledik. Dirilişin, kuruluşun ve kurtuluşun beşiği Bilecik il merkezine dönüş yolculuğumuz başladı.
Bilecik’ e geldiğimizde Yaşayan Şehir Müzesi beni adeta sergilenen eserlerin yapıldığı yıllara götürdü. Eserleri sanki dönemin figürü mankenler değil de ben kullanıyormuşum hissi yarattı. Daha sonra Şeyh Edebali Türbesi’ne geldik. Şeyh Edebali Türbesi’nin konumu, sinevizyon gösterisi ve personellerin ilgisiyle Bilecik’i görmeye gelenlerin kesinlikle uğramaları gereken bir yer olduğunu notlarım arasına aldırdı. Oradaki görevli personel bizi; “Osmanlı Padişahları Tarih Şeridini” gezdirdi. Gezerken de her bir padişah hakkında kısa kısa bilgi verdi. Ardından Şeyh Edebali hakkında ayrıntılı bilgiler verdi.“Ey oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize ;uysallık sana..”öğüdüyle Osmanlı Devleti’nin fikir babası, manevi kurucusu, Ahi Şeyhi; Şeyh Edebali bizleri uğurladı. Böylece Bilecik gezimizi sonlandırmış olduk.
Arkadaşlar ile vedalaştıktan sonra Kadriye öğretmenin evine gittik. Manevi yönü ağır bir il olan sevecen, şirin Bilecik’i çok sevmiştim. Her zamanki gibi buruk ayrılacaktım. Sabah Bursa’ya gitmek üzere uykuya dalarken Şeyh Edebali’nin Osmangazi’ye nasihatini düşünmekten kendimi alıkoyamadım:” Ey oğul! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklıysan mücadeleden korkma !...”
BURSA
ÖYKÜ ULU ŞEHİR BURSA’DA
Sonunda Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış, ulu çınarları, çinileri ve yeşilin bin bir tonuna sahip, Ulu Şehir Bursa’yı gezmek ve keşfetmek için yola koyulmuştuk. Zuhal Öğretmen ve öğrencileri bizi, Bilecik’ten sonra Bursa’nın ilk giriş kapısı olan, mobilyası, kaplıca ve köftesiyle ünlü, modern ilçesi İnegöl’de karşıladılar. Öğrencilerin sıcak tavırlarıyla hemen onlarla kaynaşmıştım. Zuhal Öğretmen, gezimize ilk olarak, Türkiye’de ilçede açılan ilk kent müzesi olma özelliğine sahip, İnegöl Kent Müzesi’ nden başlayacağımızı ve ardından İshakpaşa Külliyesi, Beylik Hanı, Kapalı Çarşı gibi tarihi yerleri gezdikten sonra bizi sürpriz bir yere götüreceğini söyledi. Sürprizi duyduğumda içimi bir heyecan sarmıştı. Acaba nereye gidecektik? Otobüsten inerken Zuhal Öğretmenimiz sürprizi açıklamaya başladı. Oylat Kaplıcaları’na gelmiştik ve sürpriz de kaplıcanın şifalı sularına girip, o eşsiz huzur duygusunu tatmaktı. Kaplıcaya girme heyecanıyla tüm yorgunluğum uçup gitmişti. Kaplıcalarıyla, mağarasıyla ve doyulmaz doğasına eşlik eden şelalesiyle şehrin en dinlendirici noktalarından biriydi Oylat. Bu arada karnımız da iyice acıkmıştı. İnegöl’e gelmişken de İnegöl köftesi yemeden olmazdı.
Artık Bursa’yı gezme zamanı gelmişti. Bursa gezimize ilk tarihi Cumalıkızık Köyü ile başladık. Zuhal Öğretmen bu tarihi köyde birçok dizi ve filmin çekildiğini anlattı. Buraları gezerken Bursa’nın meşhur Kılıç Kalkan Oyunu’nu da izleme fırsatımız oldu. Kılıç Kalkan Oyunu’nun Türk’ün savaşçı halini canlandıran, müziksiz oynanan bir oyun olduğunu öğrendim.
Zuhal Öğretmen gezimize, müze gezileriyle devam edeceğimizi ve ilk olarak TOFAŞ Araba Müzesi’ne, oradan da Bursa Kent Müzesi’ne gideceğimizi söyledi. Bu müzelerde Bursa ile ilgili birçok şey öğrendim.
Şimdi sıra türbe ziyaretlerindeydi. İlk olarak Emir Sultan Türbesi’ni gezdik. Burası Türkiye’de en çok ziyaret edilen ikinci türbeymiş. “Emir Sultan’a peygamberimizin soyundan geldiği için Emir, insanların gönlünü kazandığı için de Sultan denmiştir.” diye anlattı Zuhal Öğretmen. Sırada Yeşil Türbe vardı. Bu türbe tamamı çiniden yapılı olan tek türbeymiş.
Gezimize devam ederken bir köprü çok dikkatimi çekti. Zuhal öğretmen bu köprünün Irgandı Köprüsü olduğunu ve bu köprünün Türkiye’de tek, dünyada ise dört tane olan çarşılı köprüden biri olduğunu ve üzerinde otuz iki dükkanın olduğunu söyledi. Buradan Tophane Parkı’na geldik. Zühal Öğretmen bize: “Tophane, Bursa’yı kuşbakışı göreceğiniz bir alandır.” dedi. Buradan kenti daha iyi izleyebilme şansımız oldu. Parkın hemen girişinde bizi iki türbe karşıladı. Bunlardan biri Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey ve oğlu Orhan Gazi’nin türbeleriydi. Her yanı ile tarih kokan Bursa’da olmaktan ne kadar mutluydum anlatamam. Bu parkın içinde tarihi Bursa Saat Kulesi ve yine yıllar önceden kalan dev toplar vardı. Buranın manzarası da harikaydı. Gezerken oldukça acıkmıştık. Tabi ki Bursa’da İskender Kebabı yenirdi. Kelimelerle anlatamayacağım bir lezzetti. Kemalpaşa tatlısı ve kestane şekeri gibi yöresel tatlıları da harikaydı. Dinlenmek iyi gelmişti fakat daha gezilecek çok yerimiz vardı.
Konuşa konuşa giderken bir de baktık ki Bursa’nın simgelerinden olan Ulu Cami’nin önüne gelmişiz. Zuhal öğretmen bize Ulu Cami’nin hikâyesini anlatmaya başladı; “Yıldırım Beyazıt çıktığı seferden zafer ile dönerse yirmi camii yaptırmaya söz verir. Seferden zaferle dönülmüştür. Sıra gelir yirmi camiyi yaptırmaya. Yıldırım Beyazıt’ın damadı olan Emir Sultan Hazretleri yirmi cami yerine yirmi kubbeli bir cami yaptırmasını tavsiye eder ve inşaat başlar. Hacivat ile Karagöz’ün Ulu Cami inşaatında çalıştığı söylenir.” Camiinin üç kapısı vardı. Biz kuzey kapısından çıktık ve kendimizi bir anda Kapalı Çarşı’da bulduk. Bu çarşıda neredeyse aradığın her şeyi bulmak mümkündü. Çarşının sonunda Koza Han vardı. Hacivat ile Karagöz’den bahsetmişken, en sevdiğim gölge oyunu kahramanlarının müzesine gitmemek olmazdı. Bursa ile özdeşleşmiş olan Hacivat ve Karagöz daha önce de dediğim gibi, bir söylentiye göre Ulu Cami’nin yapılışı esnasında çalışan iki işçiymiş ve bu inşaatta çalışanları eğlendirmeleri ve güldürmeleriyle tanınmışlar. Müzede de çok eğlenceli dakikalar yaşadık.
Şimdi de sıra Türkiye’nin en uzun teleferik hattıyla kış turizm merkezi olan Uludağ’a çıkmaya gelmişti. Yaz olduğu için kar yoktu. Ama havası ve doğası bir harikaydı. Gölyazı, Trilye, Mudanya gibi daha gezilecek birçok yeri olan ve geze geze doyamadığımız Ulu Şehir Bursa’ya artık veda vakti gelmişti. Dipsizgöl İlkokulu Müdür Yardımcısı Zuhal HAMAN öğretmenimize ve Dipsizgöl İlkokulu öğrencilerine teşekkür ederek Bursa ile vedalaştık.
BALIKESİR
ÖYKÜ BALIKESİR’DE
O gün kendimi çok iyi hissediyordum. Çünkü Türkiye’nin en güzel şehirlerinden birine gidiyorduk. Bizi orada Cemre Öğretmen ve çocukları karşılayacaktı. Cemre Öğretmenin söylediğine göre Balıkesir hem Marmara Denizi’ne hem de Ege Denizi’ne kıyısı olan, tertemiz havası, dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen bitkileri, kaplıcaları, plajları, milli parkları ve her köşesinden görülebilen harika manzarasıyla eşsiz bir şehirdi. Çok merak ediyordum. Ben bu düşüncelere dalmışken arabanın penceresinden gelen kekik kokusuyla irkildim ve o an Balıkesir’e geldiğimizi anladım. Otogarda bizi Cemre Öğretmen ve birbirinden şirin öğrencileri karşıladı. Balıkesir’in il merkezini gezerken kocaman bir saat kulesi dikkatimi çekti. Yeni tanıştığım arkadaşlarımdan Yusuf bu durumu fark etmiş olacak ki hemen bana saat kulesi ile ilgili bilgi verdi. Kule 1827 yılında 5 katlı olarak inşa edilmiş. Yapısı bakımından Galata Kulesi’ne benzetiliyormuş. Gezimize devam ederken Cemre Öğretmen karşımızda duran kocaman bir camii gösterdi. İsmi Zağnos Paşa Camii imiş. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olan cami bin kişilik kapasitesiyle Balıkesir’in en büyük camisiymiş. Ayrıca Milli Şairimiz Mehmet Akif ERSOY Kurtuluş Savaşı yıllarında bu camide hutbe vermiş. Atatürk’ün de ilk hutbesinin bu camide okunduğunu duyunca çok şaşırdım.
Balıkesir’in merkezinden çabuk ayrıldık. Çünkü ilçelerinde görülmesi gereken harika güzellikler bizi bekliyordu. Susurluk üzerinden Balıkesir’in Marmara Denizi kıyılarına doğru yola çıktık. “Susurluk’tan geçip susurluk ayranı içmemek olmaz.” Dedi Ecrin. Tadı gerçekten çok güzeldi. Serinledikten sonra adını hep duyduğum ama bir türlü göremediğim Manyas Kuş Cenneti’ne geldik. Cemre Öğretmen, “Öykücüğüm, burası Türkiye’nin en küçük milli parkı olmasına rağmen bünyesinde 266 kuş türü, 118 bitki türü, 23 balık türü ve çeşitli sürüngen türleri bulunur.” Dediğinde buranın mükemmel bir yaşam alanı olduğunu anladım. Sıradaki durağımız Bandırma Arkeoloji Müzesi’ydi. Müze, Kyzikos Antik Kenti ve Daskyleion ören yerinden çıkarılan kalıntılar sonucunda kurulmuş. Çeşitli dönemlere ait eserlerin sergilendiği müzede bir laboratuvar, kütüphane, konferans salonu ve iki adet teşhir salonu bulunuyor. Sırada bir diğer müze olan Kuva-yı Milliye Müzesi vardı. Kuva-yı Milliye adını Sosyal Bilgiler dersinden biliyordum. Kurtuluş Savaşı sırasında halkın kurduğu birliklerdi ve işgalci devletlerle kahramanca mücadele etmişlerdi. Bu müze de Balıkesir Kuva-yı Milliye heyetinin toplantılarını yaptıkları yermiş. Müzeyi gezerken özellikle Atatürk ve eşi Latife Hanım’ın balmumu heykelleri çok ilgimi çekti. “Kuva-yı Milliye demişken Çanakkale’de büyük kahramanlık gösteren Koca Seyit’in köyünü görmeden gitme Öykücüğüm.” Dedi Yağız Kaan. Hemen Havran’a doğru yola koyulduk. Koca Seyit Anıtı’nı gezdikten sonra Muhammed amcayla tanıştık. Muhammed amca Seyit Onbaşı’nın torunuymuş. Savaşın üzerinden yıllar geçtikten sonra Atatürk’ün Seyit Onbaşı’yı ziyarete gelişini, ne isterse vereceğini söylediği halde dedesinin “Hiçbir şey istemem, ben görevimi yaptım.” Diye cevap verdiğini anlatırken gözleri doldu.
Havran’dan ayrıldıktan sonra Edremit Körfezi’ne doğru yol aldık. Yolun iki tarafı da zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Nefes alınca ciğerlerimin tertemiz havayla dolduğunu hissedebiliyordum. Edremit’in bir yanında Kaz Dağları bir yanında ise Ege Denizi bulunuyordu. Enes’in söylediğine göre Kaz Dağları Alplerden sonra dünyanın en çok oksijen üreten dağıymış. Burada dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen 21 bitki türü yetişiyormuş. Ayrıca Mitolojik efsanelerde de adı sık geçiyormuş. Efsaneye göre dünyanın ilk güzellik yarışması burada yapılmış. Diğer efsane de Sarıkız Efsanesi. Güzeller güzeli Emine’nin köy halkı tarafından iftiralara uğradığı ve babası tarafından Kaz Dağları’nın en yüksek yerine, şimdi Sarıkız tepesi olarak anılan tepeye ölmek üzere gönderildiği hikaye. Neyse ki babası olup biteni sonunda anlamış ve kızının yanına gitmeye karar vermiş. Babasıyla acı başlayan öyküleri mutlu bitmiş. Sarıkız tepesine çıkarken o kadar yorulduk ki acıktığımızı fark ettik. Bizi tepede ellerinde piknik sepetleriyle Cemre Öğretmenin velileri karşıladı. Bizim için Balıkesir’in çeşit çeşit yemeklerini hazırlamışlardı. Keşkek, düğün çorbası, saçaklı mantı, börülce ekşilemesi, tirit, Bigadiç güveci, sura ismini öğrenebildiklerimden bazılarıydı. Hepsinin tadına baktım, çok lezzetliydi. Tatlı olarak da höşmerim, zerde ve Balıkesir kaymaklısı vardı. Tatlarına bayıldım. Tıka basa doymuştuk. Velilere teşekkür edip gezimize devam ettik. Alibey Kudar adında bir amcayla tanıştık. Kendisi ilkokul öğretmeniymiş. Kendi imkanlarıyla bir müze açmış. Tahtakuşlar Etnografya Müzesi adını verdiği müze Türkiye’nin ilk özel etnografya müzesiymiş. Bu müzede Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türk boylarının kullandıkları eşyalar sergileniyor. Ayrıca bu müze UNESCO’dan da ödül almış. Buradan Edremit’teki son durağımız olan Antandros Antik Kenti’ne yolun sol tarafındaki plajları ve masmavi denizi izleye izleye yol aldık. Kazı alanlarını gezdikten sonra Antandros’la ilgili kısaca bilgi aldık. Antandros’un tarihi M.Ö. 5.yüzyıla dayanıyormuş. Yüzyıllar boyu birçok medeniyeti barındırmış kentte binlerce kalıntı bulunuyor. Gördüklerime hayran kaldım.
Edremit’ten sonraki durağımız turizm cenneti Ayvalık’tı. Plajları, şirin evleri, kilise ve camileriyle gezilecek çok yeri vardı. Hızlıca Agia Paraskesi Manastırı, Ayvalık Hamidiye ve Saatli Camiler, Sevim-Necdet Kent Kitaplığı ve Aşıklar Tepesi’ni gezdik. Cunda Adası’na vapurla gidip geldikten sonra artık Ayvalık’taki son durağımız olan Şeytan Sofrası’na geldik. Cemre Öğretmene buraya neden Şeytan Sofrası dendiğini sordum. “Rivayete göre şeytan cennetten kovulduktan sonra kendisine yeni bir yer aramaya başlamış. Burayı gördüğünde buranın yeryüzünün cenneti olduğunu düşünmüş ve burada ayak izini bırakmış. Bu tepe aynı zamanda sönmüş bir volkan tepesi olduğu için sofraya benzer. Bu yüzden adı Şeytan Sofrası.” Dedi Cemre Öğretmen. Burada içi dopdolu Ayvalık tostlarımızı yedikten sonra son durağımız olan Yedi Şehitler Anıtı’na gittik. Anıtın üzerinde aynen şöyle yazıyordu: “Yurttaş! Kurtuluş Savaşı başlangıcında Ali Çetinkaya’nın kumanda ettiği 172. Alay erlerinden 16-7-1919’da şehit düşen yedi er burada gömülüdür.”
Balıkesir’in bir doğa harikası olmasının yanı sıra her köşesinde gördüğüm milli ruh ve bilinç kalıntısı benim için burayı daha özel bir şehir haline getirdi. Hayatım boyunca unutamayacağım gezilerden biri oldu. Cemre Öğretmen ve çocukları beni tekrar Balıkesir’de görmek istediklerini söylediler. Ben de onlara her şey için teşekkür ettim. Çanakkale’ye doğru yola çıktığımızda yorgunluktan uyuyakalmışım. Rüyamda hala Ayvalık’ın nazar boncuklu sokaklarında dolaşıyordum. J
EDİRNE
SERHAD ŞEHRİ EDİRNE
Sabah, Tekirdağ’dan Edirne’ye doğru yola çıktık. Yaklaşık iki saat sürecek olan yolculuğumuz başlamıştı. Yolun iki yanında sararmış buğday tarlaları ve ayçiçeği tarlaları görünüyordu. Konya Ovası gibi Trakya Bölgesi’nin bu kısmı da düzlüktü.
Dünyanın en uzun taş köprüsü bulunan Uzunköprü ilçesinden geçerek Edirne’ye doğru yola devam ettik. Ergene Nehri üzerinde bulunan köprü adı gibi uzundu. Annem tarlalarda ki yeşil ekili alanları göstererek; “Öykü, bunlar pirinç tarlaları. “dedi.Yeşil pirinç tarlalarında leylekler suyun içinde dolaşıyorlardı.
. Havsa ilçesine doğru yola devam ettik.. Edirne’ye girerken Selimiye Cami’nin dört minaresini gördük .Edirne’nin simgesi olan bu camiyi Mimar Sinan’ın yaptığını okumuştum. Annem; “Edirne, İstanbul’un fethine kadar Osmanlı Devleti’ne 92 yıl başkentlik yapmış. Edirne’de birçok tarihi eser bulunuyor” dedi.
Selimiye Cami önünde Serap Öğretmen ve Edirneli arkadaşlarla buluştuk. Otelimiz, caminin yanındaydı. Otelimizin bahçesinde hem kahvaltı ettik
hem de biraz dinlendik. Edirne peyniri çok lezzetliydi.Kahvaltımızı ederken bir yandan da gezi planı yapıldı. Çünkü Edirne demek tarih demekti, gezilecek öyle çok tarihi yer vardı ki
İlk önce Selimiye’yi gezdik. Gökyüzüne doğru uzayan minareleri ile Selimiye Cami muhteşem görünüyordu. Padişah II.Selim tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. Dünya Kültür Mirası Listesine alınan Selimiye Cami’nin dünyada bir eşi yok.
Babam caminin çinilerini göstererek ; “ Çini ,mermer süslemeler, sütunlarda ki yazılar birer sanat eseri”, dedi.
Caminin bahçesinde bulunan müzeleri gezdik. Burada Mimar Sinan’ın balmumu heykelini gördük. Annem, Edirnekari işçiliği ile yapılan sandıkları çok beğendi. Bu müzelerde Edirne Sarayı’dan kalan eserler de vardı.
Üzerinde şehit kanı bulunan sancak beni duygulandırdı.. Balkan Savaşları’nda çok şehit verilmiş.
Gazi İlkokulu, Edirne Müzesi’nin arkasındaydı, okulun yanından geçerek Muradiye Cami’ne gittik, cami eşsiz Edirne Çinileri ile süslenmişti. Arkadaşlarım; “Burası bizim mahallemiz, çoğumuz bu civarda oturuyoruz. Şu karşıda görünen Kırkpınar Güreşleri’nin alanı,”dedi.
Babam güreşleri seyretmeyi çok seviyordu:“Kırkpınar Şenlikleri her yıl Temmuz ayının başında yapılıyor. Türkiye’nin her yerinden pehlivanlar buraya gelip Başpehlivanlık için güreşiyorlar”, dedi.
Serap Öğretmen; “Şenliklerin yapıldığı bu alan, Edirne Sarayı’nın bulunduğu alandır.Burada eski saray kalıntıları ve Balkan Şehitliği bulunuyor. Balkan Savaşları’nda Türkleri burada esir tutmuşlar. Biz Edirneliler için burası çok değerlidir.” diyerek Sarayiçi alanını tanıttı.
Pehlivan heykelleri ve Kırmızı dipli mum heykelleri vardı .Bu mumlar Kırkpınar Güreşleri için davetiye anlamındaymış. Davul zurna takımı eşliğinde çarşıdaki dükkanlara bu mumlar dağıtılır herkes Kırpınar’ a davet edilirmiş.
Sarayiçi’nden, Yenimaret Semti’ne, II.Bayezid Cami ve külliyesine giderek buradaki Sağlık Müzesi’ni gezdik.Annem; “Bu müzik sesi nedir?”diye sordu.
Serap Öğretmen: “Burada akıl hastalığı dahil birçok hastalık, su sesi ve müzik ile tedavi ediliyormuş. Çiçek aşısının ilk bulunduğu yer burasıymış. Çiçek hastalığı böylece tedavi edilir olmuş. Burası Osmanlı zamanında Tıp Fakültesi sayılırmış.”dedi.
Burada her odada heykellerle canlandırılan tedavi yöntemlerini görünce çok şaşırdım.
En çok bu müzeyi beğendim.
Öğle yemeğini Meriç Nehri kıyısında yedik.. Yemekte Darhane çorbası, Edirne Tavaciğeri vardı. Gaziler Helvası da çok lezzetliydi.
Yemekten sonra Karağaç Semti’nde Lozan Anıtı’nı gezdik. Tarihi tren istasyonunu gördük. Karaağaç Semtin’de Yunanistan’a geçiş sağlayan Pazarkule gümrük kapısını da gördük.Edirne ,Bulgaristan ve Yunanistan ile komşu sınır ilimizdir.
Gezimize, Saraçlar Caddesi’nde bulunan Bedesten ve Alipaşa Kapalı Çarşıları’nı gezerek devam ettik. Kokulu meyve sabunları ve Bademezmesi aldık.
Arasta Çarşısı’nın yakınında akşam yemeği yedik. Ünlü Edirne Köftesi ve piyaz çok lezzetliydi. Tatlı olarak Zerde yedik. Yemekten sonra Serap Öğretmenle vedalaştık. Tarihi otelimize döndük. İnsan Edirne ‘de gezerken hiç kaybolmaz diye düşündüm. Çünkü Edirne’de nereye giderseniz gidin her yol Selimiye Cami’ne çıkıyor.
Ertesi sabah; Bir güne sığmayan güzelliklere, her sokağında bir tarihe
sahip. Edirne’den ayrılıp Kırklareli’ne doğru yola çıkarken arkama dönüp baktım ,Selimiye Cami ,tüm güzelliğiyle bizleri yolcu ediyordu.
TEKİRDAĞ
TEKİRDAĞ
Çanakkale’den yola çıktık.Çanakkale’nin Meşhur 19 .tümenininkurulduğu şehre ;Tekirdağ’ a doğru yol aldık.Tarlaları sarıya boyayan harika gündöndü manzaraları eşliğinde vardık.Bizi karşılayacak olan Yasine öğretmen ve candan öğrencileri ile Tekirdağ sahilde buluştuk.
Heryer cıvıl cıvıl ve kalabalıktı.Tekirdağ kiraz festivalinin ortasında bulduk kendimizi..Farklı ülkelerden gelen ziyaretçilerin özel gösterileri Tekirdağ yöresi halk dansları ,festival güzellik yarışmaları ve en güzel kiraz yarışmalarını izledik. Bol bol da lezzetli kirazlardan yedik.Festival birkaç gün daha devam edecekmiş konserler olacakmış. Karnım çok acıkmıştı.Acaba neleri meşhur derken arkadaşlar hep bir ağızdan “Tekirdağ köfte “diye bağırdılar.Ecrin de Hayrabolu tatlısı da yiyelim dedi neşeyle. Hep beraber köfte yemeye gittik.Üzerine de çok lezzetli meşhur Hayrabolu tatlısı da yedik,karnımız doymuştu.
Sahil şeridinden dönerken 260 a yakın restore edilen tarihi ahşap evleri, meşhur kiraz heykelini, Mustafa Kemal’in harf inkilabından sonra ilk olarak Tekirdağ’ı ziyaretinin anısına kara tahta başında yeni Türk harflerini öğretirkenki anıt heykelinin fotoğraflarını çekmeden geçemedim.
Rakoczi müzesine gittik. Macar kurtuluş harekatı prensi French Rakoczi’nin kaldığı ev .Buradan arkeoloji ve etnografya müzesine geçtik.Ayrıca Eski Cami ,Orta cami ve büyük mimarımız Mimar Sinan’ın inşa ettiği Rüstem Paşa Camisi’ni ziyaret ettik.
Sahilde çay molası verdik Tekirdağ’ın meşhur peynir helvasından yanında dondurma ile keyifle yedik.Çanakkale ile tatlı bir çekişme içindeymiş bu tatlı.
Sahilde kiraz festivali , konserler, fener alayları ile devam ederken arkadaşlarla parkta otururken elimden tuttular “haydi Tekirdağ karşılaması oyunu öğretelim sana “dediler.”Abim damat oluyor sıra da bana geliyor ”.Onlar söylediler ben de ayak uydurmaya çalışarak gülerek eşlik ettim. Ne kadar da eğlenmiştik.
Dikkatimi çeken şeylerden biri de her yerde Namık Kemal ismi olduğuydu. Öğretmenimiz vatan şairimiz Namık Kemal ‘in Tekirdağ ‘da doğduğunu onun anısına birçok yere isminin verildiğini söyledi ve bizi Namık Kemal Evi Müzesine götürdü.Mustafa Kemal’in vatan şairi Namık Kemal için “benim duygularımın babasıdır”dediğini,ondan çok etkilendiğini anlattı.
Tekrar araçlarımıza bindik.Yaklaşık bir saat uzaklıktaki Türkiye’nin 60 km ile en uzun sahil kenti olan Tekirdağ’ın Şarköy ilçesine yol aldık.Şarköy’e vardığımızda muhteşem doğası tarihi ve denizi ile gezmeye doyamadık. Hoşköy’deki denizcilerin dostu Hora Fenerini ,Uçmakdere köyündeki bozulmayan doğayı ve yamaç paraşütü yapanları zevkle izledik.Yol boyunca Türkiye’nin en kaliteli üzümlerinin yetiştiği bağlarıyla, zeytinlikleriyle gezmeye doyamadık bu tatil kentini .
Üç Kemaller diyarı da denilen bu kenti tatlı hatıralarıyla geride bırakarak Edirne’ye doğru yol aldık.
KIRKLARELİ
ÖYKÜ KIRKLARELİ’DE
Sabah erkenden uyandım. Kırklareli’ne gideceğim için sabırsızlanıyordum. Annem odama gelip
”Haydi kızım, kahvaltıya hazır.” dediğinde ben hazırlanmıştım. Kahvaltımızı yaptık. Serap öğretmenimle ve
Edirne’yle vedalaşıp Kırklareli’ne doğru yola çıktık.
Güneş ayçiçeği tarlalarını aydınlatırken, Hasan öğretmen ve öğrencileri ile tanışmak için
sabırsızlanıyordum. “Acaba nasıl insanlarla tanışacağım?” derken Kırklareli’nin girişine geldiğimizi fark
ettim.Girişte bizi harika bir tabela karşıladı.
“ Burada yaşayanların kalbi Mustafa Kemal ATATÜRK diye atar.”
Bu harika tabelayı görünce, Kırklareli’yi daha tanımadan sevmeye başladım.
Hasan öğretmen ve öğrencileriyle sözleştiğimiz gibi otogarda buluştuk. Her biri güler yüzlü, 26
arkadaşım birden oldu. Hasan öğretmen de gülümseyerek bize “hoş geldiniz “ dedi.
Otogarda arabamızı bırakmak zorunda kaldık. Çünkü Kırklareli Belediye Başkanı, daha rahat bir gezi
yapabilmemiz için, bize bir otobüs tahsis etmişti. Otobüse binerken otogarın karşısındaki heykel dikkatimi
çekti. Çünkü bu heykel Karagöz Heykeli’ydi. Heykele baktığımı gören Hasan öğretmen, Karagöz’ün
Kırklareli’de yetişmiş olan bir şahıs olduğunu ve adının (Kakava) hıdrellez ile bağdaştırılarak her yıl mayıs
ayının 4. haftasında şenlik olarak kutlandığını söyledi. Ardından da bir sınır şehri olan Kırklareli’nin eski
adının “Kırk Kilise” olduğunu söyledi ve devam etti. “Kırklareli’yi fetheden Türk akıncıları burada 40 şehit
vermişler. Bu şehitlerin aziz hatırası için şehrin adını Kırklareli olarak değiştirmişler. Bu ildeki “Kırklar
Şehitliği” ve “Kırklar Camii” de bu şehitlerin hatırası içindir.” dedi. Okuduğum bir kitapta, Evliya Çelebi’nin
süslü ve incelikli zevkli bir şehir olarak tarif ettiği Kırklareli’nde bakalım neler görecektik?
Önce, yeni açılan Atatürk Evi’ne gittik. Burasının, Ata’mızın Selanik’teki evinin aynısı olduğunu ve
Kırklareli halkı tarafından yapıldığını öğrendim. Ardından Kırklareli Müzesi’ne gittik. Burada tarihi, coğrafi,
arkeolojik ve kültürel olarak sergilenen birçok tarihi eseri gördük. Aşağı Pınar ve Kanlı Geçitten çıkarılan
heykelcikler ve kaplar dikkatimi çekti. Benim ilgimi Hasan öğretmen fark etmiş. “ İsterseniz gezimize,
buranın devamı sayılabilecek höyüklerde devam edelim.” dedi.
Otobüsümüze binerek kısa bir yolculuk sonrası, Aşağı Pınar höyüğü ve 300 m batısında bulunan
Kanlıgeçit Höyüğü’ne ulaştık. Bu höyüklerde yapılan araştırma ve kazılar sonucunda, bulunan kalıntılardan
bölgenin Neolitik çağda yerleşim alanı olarak kullanıldığı bilgisine ulaşılmış bir bölge. Kırklareli’nin 8500 yıl
önceki haline samanlık müzelerde tanıklık ettik. Aşağı Pınar köy kültürüne ait günlük yaşamın yanı sıra
sepetçilik, çömlekçilik, dokumacılık, duvar tamirciliği, buğday üretimi gibi pek çok kesit ayrıntılı biçimde
canlandırılmış.
Sıcak havada dolaşırken hem biraz yorulmuş hem de susamıştık. Hasan öğretmenim “Kırklareli’ye
gelip de hardaliye içmeden olmaz.” diyerek bizi güzel bir mekâna götürdü. Hardaliye, ismini ilk defa
duyduğum bir içecekti. Meğer 500 yıldır bu bölgede yaş üzüm kabuk ve çekirdeklerinin siyah hardalla
karıştırılarak özenle yapıldığını öğrendim. Çok farklı bir lezzet ve çok sağlıklı bir içecekmiş. Annem, babam
ve ben de çok beğendik.
Şehrin çok eski yerleşim alanı olduğu anladım. Biraz dinlendikten sonra, “ Tarih kokan
Kırklareli’nden biraz da doğal güzellikleri görmek ister miyiz? ” dedi öğretmenimiz. Ve çok merak ettiğim
Dupnisa Mağarası’nı görmek üzere yola çıktık. Arabada Trakya müzikleri eşliğinde yolculuk yapmak çok
eğlenceliydi. Bu arada Aziziye (Dereköy) – Bulgaristan sınır kapısının da olduğunu öğrendim.
Dereköy’den Dupnisa Mağarası’na giderken yol üzerinde bir alabalık yetiştirilen bir tesisinde mola
verdik. Burasının kiremitte pişirilen alabalık yedik. Daha önce böyle bir balık yememiştim.
Yemek sonrası otobüsümüze binerek mağaranın olduğu köye doğru yola çıktık. Zorlu bir yolculuk
sonrasında mağaraya ulaştık. Hasan öğretmenim mağarayla ile ilgili kısa bir açıklama yaptı. Mağara,
yaklaşık 4 milyon yıllık bir oluşum süreciyle oluşmuş. Dupnisa adı Bulgarca’da delik anlamına geliyormuş.
Mağaraya girdiğimizde bizi soğuk bir hava karşıladı. Heyecanım her bir adımda artmaya başladı. İlerledikçe
yarasaları gördüm. Sarkıt ve dikitler dikkatimi çekti. Bu mağaranın altında bir de yer altı nehri olduğunu, iki
kat ve üç mağaradan oluştuğunu öğrendim.
Mağarayı gezisini tamamlayınca Hasan öğretmen, “ Buradan Demirköy’e gideceğiz. Demirköy’de
Dökümhaneyi gezeceğiz.” dedi. Orman içerisinde eğlenceli yolculuk sonrası Demirköy’e geldik.
Dökümhanenin olduğu yerde bir kazı yapılıyordu. Kazı alanına gidince Hasan öğretmenim “ Fatih Sultan
Mehmet’in İstanbul’un Fethinde kullandığı topları burada yaptırmış.” dedi.
Dökümhaneden sonra İğneada Limanköy’e doğru yola koyulduk. Hasan öğretmenim “ İğneada şirin
bir sahil kasabası. Biraz sonra harika doğal güzellikleri göreceksiniz. Biraz sonra göreceğiniz ormanlık alan,
dünyada ender görülen Longoz Ormanları diğer adı “Subasar Ormanı’dır. dedi. Gerçekten de bir süre sonra
bu harika güzelliği gezmeye başladık. Bulanık Dere Longozu, Hamam Gölü Longozu , Saka Gölü Longozu,
Bulanık Meşe ormanını kapsayan 8 kilometrelik bir gezi yaptık. Hiç böyle gür bir orman görmemiştim.
Ağaçlardan gökyüzü görünmüyordu.
Hasan öğretmenim, “Buraya kadar gelmişken, sınır köyü Beğendik’i de görmek ister misiniz?
dedi.Biz de hepimiz birlikte “ Eveeeettt “ dedik. Çam ağaçlarının kokusuyla beraber Beğendik’e geldik.
Rezve Deresi’nin denize döküldüğü yerde Bulgar ve Türk bayrakları asılıydı. Bu dere, iki ülke sınırını
belirliyormuş aynı zamanda.
İğneada ve Limanköy’de biraz mola verdik. Limanköyde’ki feneri ve kütüphaneyi gezdik. Hasan
öğretmenim,“ Şimdi de sırada Kıyıköy var.” dedi. Yolculuğumuz şarkılar söyleyerek çok eğlenceli geçti.
Kıyıköy’de Papuçdere kıyısında bulunan Aya Nikola Manastırı’nı ziyaret ettik. Burası kayalara oyularak
yapılmış. Zemin katı kilise, daha aşağıda bulunan bodrum katı ise ayazmaymış.
Manastırı gezince harika balık çorbalarımızı içerek otobüsümüze bindik. Ben “ Hasan öğretmenim,
buradan nereye gideceğiz? “ dedim. Hasan öğretmenim “ Önce Pınarhisar’a, ardından da Lüleburgaz’a
gideceğiz.” dedi. Önce Pınarhisar’daki kaleyi gezdik, ardından da Lüleburgaz’daki Sokullu Mehmet Paşa
tarafından Mimar Sinan’a 1569-1570 yılları arasında yaptırılan ‘’Sokullu Külliyesi’’ni gezdik.
Hava kararmaya başlamıştı. Öğretmenim “ Öykü, gün içerisinde ilimizin tarihi ve doğal güzelliklerini
gezdik. İstersen bu akşam da eğlenceli bir yere gidelim.” dedi. Çok yorulmamıza rağmen yine hepimiz “
Eveeettt” dedik. Hasan öğretmenim “ Şimdi sırada Pehlivanköy ilçemizdeki Pavli Panayırı’na gidiyoruz.”
dedi.
Hasan öğretmenim bu panayırın bu yıl 109.sunun düzenlendiğini, halk arasında Pavli Panayırı
dendiğini söyledi. Gelişimizin bu tarihlere rastlamasına çok sevinmiştim. Nihayet panayır yerine ulaştık.
Hasan öğretmenim “ Öykü, bizim okulun mehter grubunun bu akşam burada bir konseri var. Haydi,
onların yanına gidelim.” dedi. Hep birlikte Fatih İlkokulu mehter grubunun konserini izledik. Her parçada
heyecanlandım ve gururlandım. Söyledikleri marşlara hep birlikte eşlik ettik.
Konser sonrası panayır alanında dolaşmaya başladık. Bir yandan davullar çalıyor bir yandan lunapark
kurulmuş küçük büyük herkes eğleniyordu. İğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Karnımız da
gelen et kokularıyla iyice acıkmıştı. “ Buraya kadar gelip te oğlak çevirme yemeden olmaz. “ dedi Hasan
öğretmenim. Yediğimiz oğlak çevirme çok lezzetliydi. Tadı damağımda kaldı. Burası çok farklı ve eğlenceli
bir yerdi. Harika bir gün geçirmiştim bir o kadar da yorgundum. Hasan öğretmenim “ Öykü, umarım ilimizi
beğenmişsindir.” dedi. Ben de çok beğendiğimi söyleyip hem öğretmenime hem de arkadaşlarıma teşekkür
ettim.
Artık gece ailemle birlikte konaklayacağımız Babaeski’ye doğru yola çıktık. Gece uyuyup
dinlendikten sonra sabahleyin unutulmaz bir gün geçirmemi sağlayan Hasan öğretmenim ve öğrencileri ile
veda vaktiydi. Güzel arkadaşlıklarla ve karışık duygularla artık buradan ayrılma zamanı geldi. Bana ve aileme
Kırklareli’yi tanıma fırsatını veren Hasan öğretmenime ve öğrencilerine çok teşekkür edip, annem ve babamla
beraber yeni bir şehre doğru yola çıktık.
İSTANBUL
ÖYKÜ İSTANBUL’DA
Bu sabah çok heyacanlıydım.Çok merak ettiğim Türkiye’nin en kalabalık şehrine doğru yola
çıkacaktık.Okuduğum ve izlediğim kadarıyla Anadolu ve Avrupa yakasını birbirine bağlayan ,içinden
geçen denizi, yedi tepesiyle eşsiz güzelliğe sahip bir şehir olduğunu biliyordum.2,5 saat süren
yolcuğumuz sonunda Oya öğretmen ve güler yüzlü öğrencileriyle Esenler Otogar’ında buluştuk ve
tanıştık.Ellerinde ‘Dünya Şehri İstanbul’a Hoş Geldin Öykü ’ pankartları vardı.Hepsi en az benim
kadar mutlu ve heyecanlılardı.Annem ve babam da onları çok sevmişti.
Yorucu ama çok güzel bir gün beni bekliyordu.Hep birlikte otogardan Eminönü’ne doğru yola
çıktık.Boğaz manzaralı harika bir kahvaltıdan sonra tramvaya binip Beyazıt’a geldik.Annem bize
Kapalı Çarşı’yı çok merak ettiğini söyledi.Dünya’nın en eski ve kapalı olan çarşılarından biri olan bu
tarihi güzellik içinde kaybolmadan gezmeyi ümit ettim.Çünkü labirent şeklinde ve üç binden fazla
dükkanı olduğunu Oya öğretmenim söyleyince çok şaşırdım.Annem ve babam Konya ‘da ki
tanıdıklarımızla çeşitli hediyeler alırken ben de her güzelliğin fotoğrafını çekmeye devam ettim.
Alışverişten sonra hep birlikte Sultan Ahmet Meydanı ‘na gittik.Burası İstanbul’un yerli ve yabancı
turistlerinin en çok gezdiği meydanlardan biriydi.Osmanlı döneminde eğlencelerin ,yarışların
yapıldığı bir meydanmış. Gezimize Tarihi Yarımada denilen en önemli tarihi eserlerin bulunduğu
bölgeyi gezerek devam ettik.Öğrenci arkadaşlarımla bol bol resim çekerek hatıra biriktirmeye
devam ediyorduk.Türkiye ‘deki 6 minareli 4 camiden biri olan Sultan Ahmet Cami’yi ,daha sonra
Roma İmparatorluğu zamanında yapılmış en büyük kilise olan dünyanın 8. harikası olarak gösterilen
,daha sonra camiye çevrilen ve şimdi de müze olarak kullanılan Ayasofya Cami’yi gezince annem
,babam ve ben hayran kaldık.Daha sonra dönemin su ihtiyacını karşılamak üzere yaklaşık yüz bin ton
kapasitesi olan şimdi ise toplantılara ve konserlere bile ev sahipliği yapan ve ziyarete açılan
Yerebatan Sarnıcı (Sarayı) görülmeye değerdi.
Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm izlerini içinde görebileceğimiz, dünyanın en büyük ve en
eski sarayı olan ve zamanında içinde yaklaşık dört bin kişinin yaşadığı söylenen muhteşem
görkemiyle Topkapı Sarayı’nı gezerken hayran kalmamak mümkün değildi.Öğretmenimiz dünyaca
ünlü Kaşıkçı Elması’nın da burada sergilendiğini söyledi.İstanbul büyülü bir masal diyarı gibiydi.Sanki
zaman makinesine girmiş gibi hissediyordum kendimi. Her anı, her güzelliği
fotoğraflıyordum.Dönünce anlatacak gösterecek ne kadar çok anım vardı.Gezerken öğrenci
arkadaşlarım beni hiç yalnız bırakmıyor her gördüğümüz yer ile ilgili kendi anılarını ve öğrendikleri
bilgileri paylaşıyorlardı.Babam ‘ Siz İstanbul rehberi gibi olmuşunuz’ diyerek onları tebrik etti.
Hava çok sıcaktı.Bunu kapalı mekanlardan çıkınca daha iyi anlıyorduk.Yürüyerek Gülhane Parkı’na
geldiğimizde iyice sıcak yüzünü göstermeye başlamıştı.Oya öğretmenim :’Biliyor musun Öykü,
Atatürk Latin Harfleri ‘ni ilk bu parkta tanıtmış Ve Atatürk’ün anıtı da ilk buraya dikilmiş’ .dedi.Bu
park benim için çok daha anlam kazanmıştı.Tarihin büyüsüne o kadar kendimizi kaptırmıştık ki
acıktığımızın bile farkında değildik.Oya Öğretmen ‘Araba bile benzinsiz gitmiyor yahu enerji
toplamamız lazım daha gezecek çok yer var’ diye gülümseyerek ‘balık sever misin Öykü ‘dedi.
Hep birlikte Eminönün’e balık ekmek yemeğe gittik.Balık ekmekleri yerken etrafımızda kediler
dolaşmaya başladı.Ne de olsa onlar da kısmetlerini istiyorlardı.Oya öğretmen ve öğrencileri gibi
ben de hayvanları çok seviyordum.Kediciklerle beraber balık ekmeklerimizi afiyetle yedik.
Galata Köprüsü’nden geçip Beyoğlu’na doğru yürürken Tarihi Yarımada ‘ya hakim manzarasıyla ,uzun
yıllar önce gözetleme kulesi olarak yapılan, şehrin en önemli sembolleri arasında olan Galata
Kule’sine gelmiştik bile. Annem ‘Yüksekmiş acaba çıkmasak mı?’ diye düşünürken çocuklarla onu
cesaretlendirip ikna ettik.Harika manzarasıyla İstanbul ayaklarımız altındaydı.Resim çekmeye
doyamıyordum.Oya öğretmen ‘Yürüyerek gezdiğimiz İstanbul’u şimdi de boğaz turuyla denizden
gezelim’ deyince öğrencilerle birlikte havalara uçtuk. Sevgili annem yine, ‘beni deniz tutar
binmesem mi acaba?’ deyince hepimiz onu ikna temek için başladık konuşmaya. Gürültüye
dayanamayan annem ‘tamaaam tamam! ‘Diyerek bizi susturdu.1,5 saatlik bir boğaz turu eğlencesi
başlıyordu.Denizin üstünde 15 Temmuz Şehitler Köprüsü , Fatih Sultan Mehmet Köprüsü boğazın
inci kolyesi gibi duruyorlardı.Gezerken muhteşem ihtişamıyla Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi
Sarayı, tarihi yalıları ve Üsküdar ‘ın simgesi olan Kız Kulesi tüm güzelliğiyle bizleri
büyülüyordu.Babam ‘Bir kez daha İstanbul’a gelmeliyiz ‘dedi gezerken .Boğaz turunun ardından
vapurdan Üsküdar’da inerek Anadolu Yakası’ na geçmiştik. Üsküdar denilince akla ilk gelen güzellik
Kız Kulesin’e de çıkmayı sabırsızlıkla bekliyordum.Annemle kısa bir bakışmadan sonra onu ikna
ettiğimi düşünerek gülümsedim.Boğazın güvenliğini sağlamak amacıyla kontrol kulesi olarak yapıldığı
söylenen Kız Kulesi ile ilgili bir çok efsane olduğunu söyledi öğrenciler.Padişahın biri kızının
güvenliği için bu kuleyi yaptırdığını ancak kuleye gelen bir meyve sepetinin içinden çıkan yılan
tarafından sokulup öldüğünü, bundan dolayı da buraya Kız Kulesi adı verildiğini Oya öğretmen
anlatınca kuleye çıkma merakım iyice uyandı.Hep birlikte Kız Kulesi’ne çıkıp eşsiz manzarada
çaylarmızı yudumladık.Büyükler çay içerken biz sıcağın ancak dondurmayla çekileceğini söyleyerek
hakkımızı dondurmadan yana kullanmayı tercih ettik.Çamlıca Tepesi ‘nden yine bir eşsiz İstanbul
manzarası seyrettikten sonra ,çocuklar bana Hababam Sınıfını izledin mi? diye sorunca ‘Bütün
serilerini izledim’ diye sevinçle bahsettim.O zaman seni Adile Sultan Kasrı’na götürmeliyiz dedi Oya
öğretmen. Hem orada güzel bir akşam yemeği yeriz , hem de Hababam Sınıfı Müzesi ‘ni gezersiniz
deyine hepimiz sevinçle çığlık attık.Hep birlikte müzeyi gezerken tüm film karakterleriyle bol bol
resim çektirdik.Müzeden sonra istemeden de olsa öğrenci arkadaşlarımla vedalaşıp ayrıldık.Bir
daha görüşmek üzere birbirimize söz verdik.
Bir tarih şehri olan İstanbul’u gezmekten çok büyük zevk almış ama bir o kadar da
yorulmuştum.Oya öğretmenin evinde misafir olmak üzere yola çıktık.Eve geldiğimizde gördüğüm
sürprize bayılmıştım.Adının Çarşı olduğunu öğrendiğim çok tatlı bir kedi beni
bekliyordu.Öğretmenimiz de benim gibi hayvanları çok seviyordu..Bu beni ayrıca çok mutlu
etmişti.Çarşı’nın resimlerini çekmeyi de ihmal etmedim tabiki.Onunla birlikte oyun oynarken
yorgunluktan uyuyakalmışım.Babamın ‘Sabah Osmangazi Köprüsü’nden Yalova’ya doğru yola
çıkacağız’ dediğini hayal meyal hatırlıyorum.
YALOVA
- Full access to our public library
- Save favorite books
- Interact with authors

81 İl 1 Hikaye
Makbule BİRİNCİ
81 İL 1 HİKAYE
Öykü yollarda
Şubat Ayı
AFYONKARAHİSAR
- < BEGINNING
- END >
-
DOWNLOAD
-
LIKE(9)
-
COMMENT(1)
-
SHARE
-
SAVE
-
BUY THIS BOOK
(from $7.39+) -
BUY THIS BOOK
(from $7.39+) - DOWNLOAD
- LIKE (9)
- COMMENT (1)
- SHARE
- SAVE
- REMIX
- Report
-
BUY
-
LIKE(9)
-
COMMENT(1)
-
SHARE
- Excessive Violence
- Harassment
- Offensive Pictures
- Spelling & Grammar Errors
- Unfinished
- Other Problem
COMMENTS
Click 'X' to report any negative comments. Thanks!