

e-book çalışması

Katkıda bulunan tüm öğretmen arkadaşlarımıza, öğrencilermize ve onları destekleyen velilerimize teşekkürlerimizle...

SABAHATTİN ALİ
SES


Bizi Beyşehir'den Konya'ya götüren kamyon, Barsakderesi
dedikleri bir boğazda sakatlandı. Şoför ve muavini motor kapaklarını açtılar. Oturdukları minderi kaldırıp onun altından çıkardıkları bir sürü alet ve edevatı ortaya döktüler. Ondan sonra saatlerce süren bir tamir başladı. Bazen her ikisi makinenin altına sürünüp arka üstü yatıyorlar ve elleriyle motorun alt kısmını kurcalıyorlar, bazen da biri şoför mahallinde gaza basıyor ve motoru işletiyor ve diğeri bu esnada porselen başlıklı birtakım memeleri yerlerinden oynatıyordu.
SES
SABAHATTİN ALİ
İkindi güneşi altında kamyonun muşamba kaplı karoseri
tahammül edilemeyecek bir hal almıştı. Yolcular birer birer atlayıp
dağıldılar. Bir kısmı merakla şoförü seyrediyor ve o dinlenmek
için motordan biraz başını kaldırıp duracak olsa:
-Bitti mi?- diye heyecanla soruyordu.

Daha az meraklı birkaç yolcu ile ben ve arkadaşım boğazın
garp tarafına, gölge bir yere doğru yürüdük ve birer taşın üstüne
oturup beklemeye ve etrafımıza bakınmaya başladık.
Kamyonun durduğu yerin biraz ilerisinde, yolun kenarında
iki çadır ve bunların etrafında birkaç kazma kürek ile bir el
arabası vardı. Daha uzakta ise taş kırmakla ve kum taşımakla
meşgul bir miktar yol amelesi görülüyordu.

Güneş arkamızdaki sırta gömüldükçe, karşı taraftaki tepenin
üzerine serpilmiş bulunan çam ağaçlarına gitgide kırmızılaşan
bir ışık yolluyor, vadiyi süratle artan bir loşluğa terk ediyordu.
Serin bir ilkbahar günü idi ve orta yerde akan küçük dere
mırıltıya benzer seslerini duyurmaya başlıyordu.
Yoldan birkaç araba ve otomobil gelip geçti. Bizim kamyonun
yanında biraz durdular ve şoföre bir şey lazım mı, diye
sordular. İçerisinde boş yer bulunan bir kamyon, vakit geçtikçe
telaşları artan ve mütemadiyen şoföre söylenen bizim yolculardan
iki kadını aldı, Konya'ya götürdü.
SES
SABAHATTİN ALİ

Diğer yolcular grup grup oturmuşlar, bir şeyler anlatıyorlardı.
Bizim yanımızda bulunan ve buraya yakın köylerden birinde
bakkal olduğunu söyleyen tahta ayaklı bir ihtiyar, kalkıp
otomobile gitti, çuvalını sırtladı, şoföre birkaç küfür savurduktan
sonra yola düzüldü.
Adamakıllı akşam olmuştu. Yol amelesi, çadırlarına dönerek
ateş yakmaya başlamışlardı. Bizim kamyon şosenin bir kenarında
muazzam bir hayvan ölüsü gibi hareketsiz duruyordu.
Şoför ve muavini, üstleri yağ ve toprak içinde, yüzlerinden siyah
terler damlayarak, bir kenara oturup uzunca bir dinlenme
yapıyorlardı.

SES
SABAHATTİN ALİ
Yolcuların ekserisi bu gibi hadiselere alışık oldukları için,
sadece başlarını sallıyorlar ve sepetlerini, çıkınlarını açarak bir
şeyler yiyorlardı.
Bir müddet daha geçip, ortalık adamakıllı kararınca şoför,
yol amelesinden bir fener alarak yeniden işine koyuldu. Biz
yolcular, birdenbire çöken sükutun içinde, olduğumuz yerlere
uzanmış, kımıldamadan duruyorduk.

Arkamızda güneşin kaybolup gittiği tepenin ağaçları birdenbire
mavimtırak ve soluk bir ışığa gömüldü. Arkadaşımın
yüzüne baktım. O, gözlerini karşıya dikmişti. Yamacın üzerine
seyrekçe serpilmiş olan siyah çamlar, süratle aydınlanan gökyüzüne
titrek siluetler çiziyorlardı. Arkadaşım bir müddet bunları
seyrettikten sonra:
-Neredeyse ay görünecek!- dedi.
Tam bu sırada, kekik kokuları ve ince çıtırtılarla dolu havayı
hafiften gelen bir saz sesi titretti. Müzikle uğraşan ve bir müzik
mektebinde vazifesi olan arkadaşım doğruldu. Kaşlarını çatarak
dinlemeye başladı.

SES
SABAHATTİN ALİ
Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz sesi, ustaca çalınan
bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek sesi o zamana
kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir
halk şarkısı söylemeye başladı:
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni...

Bu sefer ben de doğruldum. Saz tekrar kıvrak bir ara nağmesine
başladığı halde, kulağımda hala deminki sesin çınlamaları vardı.
Arkadaşım:
-Bu ne?- demek ister gibi yüzüme baktı.
-Fevkalade!- diye mırıldandım.
Ses tekrar ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı:
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye,
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye,
Ne lüzum var şuna, buna sormaya,
Senden ayrı ne hal oldum, gör beni.

SES
SABAHATTİN ALİ
Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim.
Bir insan gırtlağından bu kadar manalı ve sarıcı seslerin nasıl
çıkabildiğine hayret ediyordum. Arkadaşım kalktı, beni de kaldırdı.
Amelenin çadırına doğru yürümeye başladık.

Ovada, çadırın önünde, dört beş kişi oturmuşlardı. Etraflarında
kazma ve kürek serpilmiş duruyordu. Çadırın kapısına
asılmış bir fener sallandıkça, vadinin içine doğru uzanan ve
başları karanlıkta kaybolan gölgeler belli belirsiz kımıldıyorlardı.
Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir delikanlı çadırın
önünde, yan yatırılmış bir el arabasının üstüne oturarak saz çalıyordu.
Başı göğsüne yatmış ve gözleri yere dikilmiş olduğu
için çehresini tamamen görmeye imkan yoktu.

SES
SABAHATTİN ALİ
Fenerin aydınlattığı
alnı ter damlalarıyla kaplı idi. Sazının uzun sapı, şaşırtıcı
bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında, canlı bir
mahluk gibi titriyordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden
emin hareketler yapıyor, bu el sazın gövdesine her yaklaştıkça,
insan, sanki o tahta ile bu et arasında gizli, fakat çok
manalı ve mühim bir konuşma oluyormuş zannediyordu.

Çadırı ve bulunduğumuz yeri bir aydınlık yalayıp geçti,
vadinin öbür ucuna kadar uzandı. Başımızı kaldırdık, karşımızdaki
sırtı aşıp yukarı fırlayan ayı gördük.
Saz çalan delikanlı da başını kaldırdı ve gözlerini biraz yumarak,
tam karşısında beliren bu aydınlık yüzlü dinleyiciyi
süzdü. Sonra saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı
gerildi ve yüzü kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince
dudaklarının arasından beyaz dişler göründü ve delikanlı, bu
sefer aya hitap eder gibi, şarkısına devam etti:

SES
SABAHATTİN ALİ
Ayın şavkı vurur sazım üstüne,
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım, dizim üstüne
Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.


SES
SABAHATTİN ALİ
Otomobilin diğer yolcuları da toplanmışlardı. Herkes hayretle
bu kıpkırmızı yüzlü gence bakıyorlardı. O, esrarlı bir dil
konuşan ellerini sazın üzerinde hareket ettirmeye başlamış ve
gözlerini yere yahut kucağından fırlamak ister gibi sıçrayan sazına
dikmişti. Pek az bir duraklamadan sonra, bu sefer başını
kaldırmadan, daha yavaş, fakat eskisi kadar tatlı ve derinden
gelen bir sesle şunları okudu

Sekiz yıldır uğramadım yurduma,
Dert ortağı aramadım derdime,
Geleceksen bir gün düşüp ardıma,
Kula değil, yüreğine sor beni.

SES
SABAHATTİN ALİ
Ve sazını, iki kuvvetli vuruştan sonra, yanına bırakarak başını
kaldırdı. Orada bulunanlardan birkaçı, yaşa, diye bağırdılar.
O, gözlerini hiç kimsenin üzerinde durdurmayarak, boşlukta
dolaştırmaya başladı. Hafifçe tebessüm etmeye de çalışıyordu.


Arkadaşım yanına sokularak sordu:
-Senin adın ne oğlum?-
-Ali!-
-Nerelisin?-
-Sıvaslıyım!-
-Sazı nerede öğrendin?-
-Ne bileyim? Küçükten beri çalarım.-
-Söylemeyi?-
-Onu da öyle... Sonra bir iki usta aşık yanında gezdim.-
SES
SABAHATTİN ALİ
Arkadaşım bana baktı:
-Harikulade bir ses azizim, yıllarca arasak bulamayız. Ben
bu oğlanın arkasını bırakmam!- dedi. Sonra tekrar ona dönerek
yaşını sordu. Yirmi iki imiş. Cebinden defterini çıkararak bir
şeyler not etti ve delikanlının adresini almak istedi. Çocuk evvela
şaşırdı. Verecek bir adresi yoktu. Bugün burda, yarın orda
amelelik yapıyordu. -Beyşehir yolunda Sıvaslı Ali desen olmaz
mı?- diye soruyordu. Nihayet Konya'da, gelip geçtikçe uğradığı
bir hanın ismini söyledi. Dostum onları da kaydetti. Bu sırada,
epeyden beri yanımızda durup bizimle saz dinleyen şoför:

-Beyler, otomobil hazır!- dedi.
Delikanlıya birkaç şarkı daha söyletmeye hazırlanan arkadaşım,
diğer yolcuların hemen yerlerinden fırladıklarını ve torbalarını,
çantalarını kavrayıp kamyona doğru yollandıklarını
görünce içini çekti, sonra yerinden doğrulmuş olan Ali'ye döndü:
-Seni arattırıp bulursam hemen gel. Sana paralı bir iş bulurum,
daha usta aşıkların yanında çalışır, sazını ilerletirsin, olmaz mı?-

SES
SABAHATTİN ALİ
Ali hiçbir şey anlamadan tasdik etti!
-Olur beyim!
Omuzuna vurup:
-Hadi bakalım, allahaısmarladık, dedik.
Bütün amele hep birden:
-Selametle- dediler ve biz ayrılırken, Ali'nin etrafına toplanıp
gülüşerek onunla konuşmaya başladılar. Herhalde, arkadaşımın
sözlerini kendi kendilerine izaha ve bundan Ali için parlak
neticeler çıkarmaya çalışıyorlardı.

Dostum, Ankara'ya geldikten sonra, hakikaten o delikanlının
işi ile hiç durmadan meşgul oldu. Onu bir müzik mektebinde
yetiştirmeye muhakkak azmetmişti. Bu kadar üstüne düştüğü
bu iş hakkında konuştuğumuz zaman:

SES
SABAHATTİN ALİ
-Bilmezsin, kardeşim- diyordu. -Oğlanın sesi kulaklarımdan
gitmiyor, ben bu işin acemisi değilim, aşağı yukarı kendime
insan sesi esnafı diyebilirim, fakat böyle bir sesi az dinledim.-
Ben de kendisi gibi düşünmekle beraber, daha akıllı görünmek
için şöyle diyordum:

-Hakkın var. Fakat o sesin bizim üzerimizde bu kadar kuvvetli
bir iz bırakmasında onu dinlediğimiz gecenin hiç tesiri
yok mu idi acaba? Mehtap! Şırıltısı kah duyulan kah kaybolan
küçük dere... İki dağ arasında uzanan kıvrıntılı dar vadi ve nihayet
hiç beklemediğimiz bir amele çadırından tabiatın içine
yayılıveren bir ses... Bütün bunlar, o gecenin ürkek sessizliğinde
bizi garip bir romantizm içine atmış ve alelade veya biraz
daha iyice bir sesi bize fevkalade gibi göstermiş olamaz mı?

SES
SABAHATTİN ALİ
Fakat bunlara rağmen, Sıvaslı Ali'yi buldurup Ankara'ya
getirmek ve onu burada da dinleyerek sesini terbiye ve inkişaf
ettirmek, itiraz edilecek bir fikir değildi. Ne kadar yanılmış dahi
olsak, herhalde birinci sınıf bir istidat karşısında bulunduğumuz
inkar edilemezdi.

Arkadaşım şimdiden hülyalar içinde yüzüyordu. Sivaslı
Ali'nin bir gün meşhur ve dünyaca tanınmış bir opera tenoru
olarak Avrupa şehirlerinde konserler verdiğini düşünüyor:
-Onun frak içindeki vücudunu ve beyaz yakasından fırlayan
kırmızı yüzünü görmek, harikulade bir şey olacak!- diyordu.

SES
SABAHATTİN ALİ
Nihayet istediğini yaptırdı. Birçok yerlere başvurarak Sivaslı
Ali'nin Ankara'ya getirilmesini temin etti. Bu işlerle uğraşan
makamlar, zaten yeni istidatlar aramakta idiler. Sık sık imtihanlar yapılıyor ve opera mugannisi yetiştirmek için talebe seçiliyordu.
Bu meyanda Konya'ya yazıldı. Pek uzun olmayan bir
araştırmadan sonra bizim genç tenor bulduruldu. Yol parası
Konya Belediyesince temin edilerek Ankara'ya gönderildi.

İmtihanın yapılacağı mektebin müdür odasına girer girmez,
bir kenarda elinde sazıyla bekleyen Sıvaslı Ali'yi tanıdım.
Yüzü biraz daha kırmızı, bakışları adamakıllı ürkekti. Ökçesi
basık ayakkabılarının arkasından topukları delik çorapları görünüyor ve üzerinde bulunduğu halı, tabanlarını yakıyormuş
gibi sık sık ayak değiştiriyordu. Sazını bir silah gibi sağ ayağının
kenarına dayamış, sapını iki parmağıyla yakalamıştı. Odada
konuşup gülüşenlerin yüzüne bakmıyor, gözlerini yerde ve
karşı duvarda gezdiriyordu.

SES
SABAHATTİN ALİ
Odadakilerle selamlaştıktan sonra Ali ile konuştum. Yolculuğun nasıl geçtiğini sordum. -Kötü değil!- dedi. Elindeki saz yeni idi. Gülümseyerek yüzüne baktım, derhal anladı: -İndiğim handa buldum, sekiz kağıt verip aldım. Benim kırık saz ile efendilere çalmak yakışık almaz herhalde!- dedi.

Siyah ve güzel gözleri, şimdi aydınlıkta ve açık olduğu halde,
bana o akşam gördüğüm gibi yarı kapalı hissini verdiler.
Dikkat edince, bu büyük ve dalgın gözlerin daimi bir rüya içinde
yaşadığını fark ettim. Bir anda kendimi onun yerine koymak
istedim.

SES
SABAHATTİN ALİ
Buraya kim bilir neler düşünerek gelmişti? Herhalde dostumun
kafasından geçen opera muganniliği ve fraklı Avrupa
konserleri, ona yabancı idi. Olsa olsa Ankara'da -büyüklerden-
birkaç kişinin kendisini dinleyeceğini, belki beş on kuruş vereceğini
düşünmüş olabilirdi. Hatta belki de daha sağlam bir istikbalin
kendisini beklediğini sanıyor, beğenildiği takdirde hademelik,
kapıcılık gibi bir işe konularak kayırılacağını ve ara sıra
-büyük- meclislerde saz çalıp beş on kuruş alacağını ümit
ediyordu. Bazan valilerin bile böyle aşıkları koruduklarını, onlara
meclislerinde saz çaldırdıklarını herhalde duymuştu.

- Full access to our public library
- Save favorite books
- Interact with authors


e-book çalışması

Katkıda bulunan tüm öğretmen arkadaşlarımıza, öğrencilermize ve onları destekleyen velilerimize teşekkürlerimizle...

SABAHATTİN ALİ
SES


Bizi Beyşehir'den Konya'ya götüren kamyon, Barsakderesi
dedikleri bir boğazda sakatlandı. Şoför ve muavini motor kapaklarını açtılar. Oturdukları minderi kaldırıp onun altından çıkardıkları bir sürü alet ve edevatı ortaya döktüler. Ondan sonra saatlerce süren bir tamir başladı. Bazen her ikisi makinenin altına sürünüp arka üstü yatıyorlar ve elleriyle motorun alt kısmını kurcalıyorlar, bazen da biri şoför mahallinde gaza basıyor ve motoru işletiyor ve diğeri bu esnada porselen başlıklı birtakım memeleri yerlerinden oynatıyordu.
- < BEGINNING
- END >
-
DOWNLOAD
-
LIKE(2)
-
COMMENT(2)
-
SHARE
-
SAVE
-
BUY THIS BOOK
(from $10.79+) -
BUY THIS BOOK
(from $10.79+) - DOWNLOAD
- LIKE (2)
- COMMENT (2)
- SHARE
- SAVE
- Report
-
BUY
-
LIKE(2)
-
COMMENT(2)
-
SHARE
- Excessive Violence
- Harassment
- Offensive Pictures
- Spelling & Grammar Errors
- Unfinished
- Other Problem
COMMENTS
Click 'X' to report any negative comments. Thanks!