MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT:
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT :
Güzel sanatlar, Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı içinde önemli bir yer tutmuştur. Güzel sanatlarda elde edilecek başarıları Türk İnkılâbı’nın başarısına bir ölçü olarak kabul eden Atatürk, bu suretle yüzyıllardır ihmal edilmiş birçok sanat dalına özel ilgi göstermiş, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin bu değerler üzerinde yükselebileceğine inanmıştır. Böylelikle Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yapılan yasal düzenlemeler ve tesis edilen yeni eğitim kurumları vasıtasıyla sanatın ve sanatçıların yolu açılmış, millî kültür ile çağdaş esasları içinde barındıran özgün sanat eserleri verilmeye başlanmıştır. Güzel sanatlar alanında gösterilecek başarıyı ve atılımları inkılâbın temel amaçlarından ve dinamiklerinden birisi olarak gören Atatürk: “Bir millet ki resim yapmaz, heykel yapmaz, bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Oysaki bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle uygarlığa erişmeye lâyıktır, uygarlığa erişecektir ve ilerleyecektir.” şeklindeki düşüncelerini ifade etmiştir.
ATATÜRK VE DANS:
Atatürk insanların her fırsatta dans etmelerini arzu ederdi. Balo ve dans toplantılarına hiç yabancı değildi. Ali Fuat Cebesoy anılarında Mustafa Kemal'in Selanik'te kısa sürede olağanüstü vals öğrendiğini hatta Harp Okulu'nda okurken ders aralarında arkadaşlarına da öğrettiğini yazar. Onun bu dansa olan ilgisi yaşamı boyunca devam etmiş, Çankaya ve Ankara Palas'taki danslı toplantılarda partnerleriyle daireler çizerek gösteri yaparken güzel dans etme bilinciyle çok neşelendiği; yanlarından geçen gençlere ‘Yaşamalıyız, canlı kalmalıyız’ diyerek onları dansa davet ettiği biliniyor. İnsana olan sevgisi ve sanatın yapısını çok iyi bilen ve uygarlık anlayışının bir yansıması olarak tüm güzel sanatlara ilgi gösteren Atatürk, bu düşünceler doğrultusunda 1930'dan sonra Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Türkiye'nin birçok kentinde zamanımızda bile olmayan balolar ve danslı gösteriler tertip etmiştir. Atatürk, polka, mazurka, kadril ve vals gibi salon danslarını daha çocukluk yıllarında öğrendiği için bu konuda neredeyse uzmanlaşmıştı.
Zeybek gözdesiydi
İzmir Kız Öğretmen Okulu'nu görmeye giden Mustafa Kemal'e Selim Sırrı (Tarcan) ile Mualla (Anıl) bir zeybek dansı sundu. Hayran kalan Atatürk, “Selim Sırrı Bey, zeybek dansını yeniden hayata geçirirken ona bir medeni şekil vermiştir” dedi. “Bu sanatkar üstadın, eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek millet ve toplum hayatımızda yer tutacak kadar gelişmiş, güzel bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara ‘Bizim de mükemmel bir dansımız var’ diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, gösterilerimizde oynayabiliriz. Bu zeybek dansı her toplu gösteride kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır” diyerek milli bir dans yaratılmasında öncülük etmiştir.
HARF DEVRİMİ ÖNCESİ BALO
Tertiplenen bu özel gecelerde saz heyetlerinin eserlerini dinlemek, Ulu Önder Atatürk’ün en büyük zevklerinden biriydi. 9 Ağustos 1927 Perşembe günü Sarayburnu Parkı’nda CHP tarafından düzenlenen balo da bu durumun en özel örneklerinden biridir. Atatürk, Latin harflerinin önemine dair bir konuşma yaparak Türk Harf İnkılabı’nın gerçekleşeceğini duyurduğu gecede, havai fişekler altında cazbant, mızıka takımı ve incesaz topluluğunun açık havada konserlerini dinledi.
DANS ETMEYİ SEVERDİ
Dans etmeyi de oldukça seven Atatürk, katıldığı davetlerde kısa süreli de olsa danslara icabet ederdi. Buna en güzel örneklerden biri, 26 Temmuz 1927’de yaşandı. Çocuk Esirgeme Kurumu Kadıköy Şubesi’ne 200 lira bağışta bulunduktan sonra kurumun Maarif Cemiyeti ile ortak düzenlediği özel baloya katılmış ve balo esnasında 3-4 defa dansa kalkarak bu süre zarfında Yunus Nadi, Hamdullah Suphi, İbrahim Alaadin, Ali Rıza Bey ve eşi, Ahmet Rafik, Sudi Bey ve eşi, Ali Naci (Karacan),İzzet Melih Bey ve eşini masasına davet ederek onlarla sohbet etmişti.
—“Hepiniz millet vekili olabilirsiniz, Bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız.”
—“Güzel sanatlarda başarı; bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olmayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında, yüksek insanlık sıfatıyla tanımaktan daima yoksun kalacaklardır.”
—“İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, millet ki, heykel yapmaz, millet ki, tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”
—“Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bu ulusun yani değişikliğine ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavraya bilmesidir…”
ATATÜRK VE MÜZİK:
Atatürk''ün müzikle ilgisini iki yönlü irdelemek gerekir. Herkes gibi bir müziksever olarak Atatürk; Klasik Türk Müziği, Halk Müziği ve Klasik Batı Müziği''ni seven, dinleyen, yer yer söyleyen biridir. Ancak Devlet adamı ve toplum Önderi Atatürk'ün müziğe bakışı eleştirel, yenilikçi ve devrimcidir. Devlet adamı Atatürk, müziği; yeni Türkiye''nin ve cumhuriyetin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasında önemli bir kültürel unsur olarak görmüştür.
SAFİYE AYLA'YI DİNLERDİ
Müzik, Atatürk’ün en büyük tutkularının başındaydı. Türk sanat ve halk müziği dinler, halk oyunlarına ilgi duyardı. Yöresel türküleri dinlemekle kalmaz, eşlik de ederdi. ‘Sarı Zeybek’ gibi halk oyunlarını fırsatı oldukça oynardı. Safiye Ayla’nın sesini çok beğenirdi. Rumeli türkülerini severdi. En sevdikleri arasında ‘Kimseye Etmem Şikâyet’, ‘Mani Oluyor’, ‘Havada Bulut Yok’, ‘Dayler Dayler, ‘Cana Rakibi Handan Edersin’, ‘Alişimin Kaşları Kara’, ‘İzmir’in Kavakları’, ‘Şahane Gözler’, ‘Sigaramın Dumanı’, ‘Asker Yolu Beklerim’, ‘Çile Bülbülüm Çile’, ‘Değirmene Un Yolladım’, ‘Şu Dalmadan Geçtin Mi’, ‘Pencere Açıldı Bilal Oğlan’, ‘Habugaha Girdim’, ‘Yanık Ömer’, ‘Fikrimin İnce Gülü’, ‘A Benim Mor Çiçeğim’, ‘Vardar Ovası’ ve ‘Akşam Oldu Yine Bastı Kareler’ gibi parçalar sayılabilir.
MUSİKİ MUALLİM MEKTEBİ’Nİ AÇTI
Atatürk’ün sanat aşkının meyvelerini tüm Türkiye gibi İstanbul da topladı. Müziğe büyük önem vermesi sebebiyle 1 Eylül 1924’te ilk ‘Musiki Muallim Mektebi’ açılarak, 1928-1933 yılları arasında öğretmen, orkestra elemanı ve askeri bando elemanı yetiştirmeye çalışıldı. 1925’te bir yarışma düzenlenerek sanatçı ve müzik öğretmeni yetiştirmek üzere Berlin, Paris, Budapeşte, Prag gibi Avrupa’nın önemli kültür şehirlerine yetenekli gençler gönderilmeye başlandı.
1926 yılında Batı müziği bölümü eklenmiş olan Darülelhan konservatuara dönüştürüldü. Daha sonra ‘İstanbul Belediye Konservatuarı’nda geleneksel Türk sanat müziği eserlerinin saptanması için ‘Tesbit ve Tasnif Heyeti’ kuruldu. 1934 yılında ‘Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu’ ve ‘Devlet Konservatuarı Kanunu’ çıkarıldı.
O’NUN DENETİMİYLE ‘ÖZSOY OPERASI’ YAZILDI
Atatürk, sahne sanatlarının kültürel kalkınmanın ana damarlarından biri olduğunu düşünüyordu. O dönem kültürel faaliyetlerin kalbi olan Dârülbedâyi, 1920 yılında Türk-Müslüman kadın sanatçı olan Afife Jale’yi ağırladı. 1927’de İstanbul’da teşkil edilen ‘Sanayi-i Nefise Birliği’, tiyatro eğitimine başladı. Devletin sanatı desteklemesi gerektiğine inanan Atatürk’ün emriyle 1930’da yürürlüğe giren Belediyeler Kanunu’nun 15. maddesinde, tiyatro binası yapma ve tiyatro topluluğu kurma hakkı belediyelere ‘ihtiyari’ bir görev olarak tanındı. 1 yıl sonra alınan bir kararla, Dârülbedâyi ‘Şehir Tiyatrosu’ adını aldı. Bu tiyatrolar günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olarak Harbiye, Fatih, Kadıköy, Üsküdar ve Gaziosmanpaşa sahnelerinde faaliyetini sürdürmektedir. Operaya destek vermek için 1930’da ‘İstanbul Opera Cemiyeti’ kuruldu. 19 Haziran 1934’te Türkiye’yi ziyaret edecek olan İran Şahı Rıza Şah Pehlevi onuruna, Atatürk’ün yönergeleri ve denetimi ile ‘Özsoy Operası’ yazıldı.
—“Sanatkar, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”
—“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”
—“İnsanlarda bir takım ince, yüksek ve asil duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve asil duyguları en çok duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir.”
—“Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihi bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onunla yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve milli birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü vasıta ve önlemlerle bağlayarak geliştirmek milli idelimizdir.”
İDADİ YILLARINDA ‘ŞAİR ATATÜRK’ :
Manastır Askeri İdadisi yıllarından itibaren farklı alanlarda kitaplar okuyan Atatürk, şiire ayrı bir önem verirdi. Kendi anılarından öğrendiğimiz kadarıyla, gençlik yıllarında şiir yazardı. Şair ve hatip Ömer Naci Bey ile arkadaşlığı esnasında daha sık şiir yazmaya başlamıştı. Kitabet hocası Alay Emini Asım Efendi’nin “Bunlarla uğraşmak seni askerlikten uzaklaştır” uyarısı üzerine Atatürk, okumalarına eğitim ve askeri alanlarda devam etti.
- Full access to our public library
- Save favorite books
- Interact with authors
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT:
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE SANAT :
Güzel sanatlar, Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı içinde önemli bir yer tutmuştur. Güzel sanatlarda elde edilecek başarıları Türk İnkılâbı’nın başarısına bir ölçü olarak kabul eden Atatürk, bu suretle yüzyıllardır ihmal edilmiş birçok sanat dalına özel ilgi göstermiş, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin bu değerler üzerinde yükselebileceğine inanmıştır. Böylelikle Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren yapılan yasal düzenlemeler ve tesis edilen yeni eğitim kurumları vasıtasıyla sanatın ve sanatçıların yolu açılmış, millî kültür ile çağdaş esasları içinde barındıran özgün sanat eserleri verilmeye başlanmıştır. Güzel sanatlar alanında gösterilecek başarıyı ve atılımları inkılâbın temel amaçlarından ve dinamiklerinden birisi olarak gören Atatürk: “Bir millet ki resim yapmaz, heykel yapmaz, bilimin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Oysaki bizim ulusumuz, gerçek nitelikleriyle uygarlığa erişmeye lâyıktır, uygarlığa erişecektir ve ilerleyecektir.” şeklindeki düşüncelerini ifade etmiştir.
ATATÜRK VE DANS:
Atatürk insanların her fırsatta dans etmelerini arzu ederdi. Balo ve dans toplantılarına hiç yabancı değildi. Ali Fuat Cebesoy anılarında Mustafa Kemal'in Selanik'te kısa sürede olağanüstü vals öğrendiğini hatta Harp Okulu'nda okurken ders aralarında arkadaşlarına da öğrettiğini yazar. Onun bu dansa olan ilgisi yaşamı boyunca devam etmiş, Çankaya ve Ankara Palas'taki danslı toplantılarda partnerleriyle daireler çizerek gösteri yaparken güzel dans etme bilinciyle çok neşelendiği; yanlarından geçen gençlere ‘Yaşamalıyız, canlı kalmalıyız’ diyerek onları dansa davet ettiği biliniyor. İnsana olan sevgisi ve sanatın yapısını çok iyi bilen ve uygarlık anlayışının bir yansıması olarak tüm güzel sanatlara ilgi gösteren Atatürk, bu düşünceler doğrultusunda 1930'dan sonra Ankara, İstanbul ve İzmir başta olmak üzere Türkiye'nin birçok kentinde zamanımızda bile olmayan balolar ve danslı gösteriler tertip etmiştir. Atatürk, polka, mazurka, kadril ve vals gibi salon danslarını daha çocukluk yıllarında öğrendiği için bu konuda neredeyse uzmanlaşmıştı.
- < BEGINNING
- END >
-
DOWNLOAD
-
LIKE
-
COMMENT()
-
SHARE
-
SAVE
-
BUY THIS BOOK
(from $4.99+) -
BUY THIS BOOK
(from $4.99+) - DOWNLOAD
- LIKE
- COMMENT ()
- SHARE
- SAVE
- Report
-
BUY
-
LIKE
-
COMMENT()
-
SHARE
- Excessive Violence
- Harassment
- Offensive Pictures
- Spelling & Grammar Errors
- Unfinished
- Other Problem
COMMENTS
Click 'X' to report any negative comments. Thanks!